ATATÜRK VE DİN


Atatürkün 1937 tarihli meclis konuşma videosu her şeyi özetliyor.Gerisi boş..




"Aziz milletvekilleri,
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.(Alkışlar)"
1 kasım 1937 - 5. dönem ,3. yasama yılı açılış konuşması -Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3
ATATÜRK, Cumhuriyet Halk Partisi programı, Söylev ve Demeçleri / Cilt 1 / Syf. 389


 "Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."
- Kaynak: ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip'e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi




 "Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an denir. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed'e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur. Muhammed birdenbire Allah'ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları islah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı


"Türk'ler Arap'ların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türk'lerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi.. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu arap fikri ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah'a kendi lisanında değil Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyyet karşısında Türk Milleti bir çok asırlar ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı



 "Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini (uydurmalarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler."
- Kaynak: ATATÜRK, Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası


 "Hırkasıdır diye bir palaspareyi  (tdk tanımı: pasaklı, yırtık giysi) hilafet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular halife oldular. Gah şarka, cenuba, gah garba veya her tarafa saldıra saldıra Türk Milletini Allah için, peygamber için, topraklarını, menfaatlerini benliğini unutturacak, Allah'a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı


"Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir. Bu tarif Hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan, tabiatın mahlukudur. İptidai insanların, tabiatın herşeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk his ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğinin mutlak surette yapmaya kalkışmış olması düşünülemez. İptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır. Memnular ve hurafeler üzerine kurulan bir çok adetler ve ananeler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır, o kadar ki düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak mefhum malum olmamıştır. Cemaatlerin başına geçebilen adamlar, cemaati Allah namına idare ederdi."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı



 "Arabistan'ın muhtelif yerlerinde insan heykellerinden ve nebat resim ve suretlerinden ibaret ağaçtan ve taştan putların muhafazasına mahsup yerler vardı. Muhammed'in neş'et etmiş olduğu Mekke'de ki Kabe denilen mabet bu yerlerin en büyüklerinden idi. İbrahim oğlu İsmail ile birlikte Kabe'yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Haceriesvedi getirmişti, bu taş sonradan günahkarların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi sonradan uydurulmuş masallardır."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı


 "Medineniler ile Mekkeliler arasında derin bir düşmanlık ta vardı. Muhammet te Mekke'den kalkıp Medine'ye kaçtı. Buna Hicret denildi."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı




 "Din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir. Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur. Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı


"Muhammet uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri luzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı



"Tabiatın herşeyden büyük ve herşey olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı."
- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı




*********************************************************************
KAFA TASI ÖLÇÜMLERİ


ATATÜRK MİMAR SİNAN'IN KAFATASINI ÖLÇTÜRDÜ

1 Ağustos 1935 günü Sinan'ın Süleymaniye Camii'nin yanındaki mezarı Atatürk'ün direktifiyle Türk Tarih Kurumu'ndan bir heyetin huzurunda açılır. İskelet büyük oranda bozulmuştur (bazı gazetelerse sağlam çıktığını yazar). Kafatası yassı-geniş (brakisefal) çıkarsa 'Türk', uzun (dolikosefal) çıkarsa 'öteki' olacaktır. Neyse ki, Sinan 'Türk' çıkar.
KAFATASININ NEREYE GİTTİĞİ BİLİNMİYOR
Bir gazete haberi şöyle verir: "Süleymaniye'de büyük Türk mimarı Sinan'ın mezarında araştırmalar yapılmış, kafatası çıkarılmıştır. Koca dahinin kafatası üzerinde yapılan tetkikat (inceleme), büyük mimarın yalnız kültür itibariyle değil, ırk noktasından da Türk olduğunu göstermiştir. Türkler ırk itibariyle brakisefal, yani yassı yuvarlak kafalıdır. Mimar Sinan'ın kafasının muayenesinde bu büyük başın da brakisefal olduğu meydana çıkmıştır. Mimar Sinan'ın kafatası Antropoloji Müzesi'nde muhafaza edilecektir." (Cumhuriyet, 5 Ağustos 1935)

 Ertesi günkü Akşam gazetesinde ise mezarlıklardan toplanan Türk kafatası örneklerinin İstanbul'da Türk İslam Eserleri Müzesi'nde saklandığı bildirilmekte, Antropoloji Müzesi açıldığında oraya devredileceği belirtilmektedir. Ancak müze kurulamadığı gibi, Sinan'ın kafatasının nereye gittiği dahi bilinmemektedir.

AFET İNAN 64 BİN KİŞİNİN KAFASINI ÖLÇÜYOR
Afet İnan'ın 1947'de çıkan 'Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi' adlı kitabı bir başka skandalı ifşa eder. Kitabın şu alt başlıkla çıktığını söylemek yeterlidir: "Türk Irkının Vatanı Anadolu (64 bin Kişi Üzerinde Anket)." Anket denilince sadece görüşleri alındı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Anadolu'daki 64 bin kişi kelimenin her anlamıyla Cumhuriyet'in sözde profesörü Afet İnan ve ekibi tarafından fişlenmiştir!

DÜNYADA GÖRÜLMEMİŞ FİŞLEME
Türk Tarih Kurumu'nun depolarında saklandığını öğrendiğimiz bu fişler (hâlâ duruyor mu acaba?) 20 bin 263'ü kadın olmak üzere toplam 64 bin kişi üzerinde pergelle yapılan kafatası uzunluğu ve genişliği, küçük alın, yüz ve alt çene açı genişliği ölçümleri, Prof. Eugene Pittard'ın dediği gibi o zamana kadar Türkiye'den başka 'hiçbir zaman, hiçbir devletin' başaramadığı müthiş bir fişlemeydi. 10 bölgeye ayrılan Türkiye'de (muhtemelen bulgularını yanlışlayacak çok sayıda örnek çıkacağı için İstanbul dışarıda bırakılmıştı!) cilt ve saç renginden  kulak deliği-bregma yüksekliğine kadar o kadar çok şey ölçülüp fişlenmişti ki, sonuçta Prof. Pittard bile ortaya çıkan 2,5 milyona yakın veri karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. Başka neler mi ölçülmüş? Buyurun beraber görelim:

GÖZ AÇISI BURUN GENİŞLİĞİ ÇENE YÜKSEKLİĞİ..
Göz açıları iç ve dış genişliği; burun ve ağız genişliği; ofrion çene yüksekliği; dudak ve nazion kenarı, nazion çene yüksekliği ile burun ve kulak yüksekliği, birde kulak genişliği ölçülmüştü. Ayrıca burun profili (düz mü, dalgalı mı yoksa kavisli mi olduğu), göz formu, kafanın arka kısım profili (düz mü, yuvarlak mı yoksa çok yuvarlak mı olduğu) merak edilmişti.

ATATÜRK KENDİ KAFATASINI ÖLÇTÜRDÜ
Saf Türk (Alp İnsanı) ırkının izinin kafa genişliği veya saç renginde bulunabileceği bugün gülünç kabul edilse de, o zamanlar çok ciddiye alındığı o kadar bellidir ki,bizzat Atatürk, Şevket Aziz Kansu'ya kendi kafatasını ölçtürmüştü. Kanıt nerede mi? Kansu, Aralık 1938 tarihli 'Ülkü' dergisinde Atatürk'ün ölümü üzerine çıkan yazısında (s. 300) şöyle anlatır: "1932 yılı 19/20 Ağustos gecesi, Yalova: Beni çağırdı, yanına yaklaşıyorum. Elimde bir çap pergeli var. Onun milyarlarca ve normalin üstünde bir konstrüksiyon ve fonksiyona sahip nöronlarının yarattığı dimağını saklayan asîl ve kahraman başını ölçüyorum."




*********************************************
ATATÜRK'ÜN MAL VARLIĞI

1938 yılında sağlığı iyice bozulan Atatürk, 5 Eylül'de mutemedi ve Çankaya Köşkü Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'ı yanına çağırtarak, mal varlığını tespit etmesini istedi. Soyak'ın hazırladığı liste oldukça uzundu:
1) 582 dönüm çeşitli meyve bahçeleri
2) Çeşitlerde 650 bin fidan.
3) 400 dönüm Amerikan Asma Fidanlığı. Burada 560 bin kök bağ çubuğu
4) 220 dönüm bağ. Burada 88 bin adet bağ çubuğu vardır.
5) 370 dönüm çeşitli sebze yetiştirmeye elverişli bahçe.
6) 220 dönüm 6 bin 600 ağaçlı zeytinlik
7) 27 dönüm 1.654(bin altı yüz elli dört) ağaçlı portakallık.
8)15 dönüm kuşkonmazlık
9) 100 dönüm park ve bahçe
10) 2 bin 650 dönüm çayır ve yoncalık
11) 1.450 (bin dört yüz elli) dönüm yeni tesis edilmiş orman.
12) 148 bin dönüm ziraata elverişli arazi ve meralar.
13) 45 adet büyük ve küçük idare binası ve ikametgâh, bütün mefruşat ve demirbaşları ile beraber.
14) 7 adet 15 bin baş koyunluk ağıl
15) 6 adet Aydos ve Toros yaylalarında tesis edilen mandıralar.
16) 8 adet at ve sığırlara mahsus ahır.
17) 7 adet umumi ambar
18) 4 adet hangar ve sundurma
19) 4 adet lokanta, gazino, ve eğlence yerleri, lunapark.
20) 2 adet çeşitli imalat yapan fırın.
21) 2 adet, çiçek ve süsleme nebatı yetiştirmeğe mahsus yer.
(Toplam Bina 51 adet)
22) BİRA FABRİKASI :
(Yılda 7 bin hektolitre üretme kapasitesine sahip.)
23) MALT FABRİKASI :
24) BUZ FABRİKASI; (Günde dört bin ton buz üretme kapasitesine sahip)
25) SODA ve GAZOZ FABRİKASI :
(Günde 3 bin şişe soda ve gazoz üretebilecek kapasitede.)
26) DERİ FABRİKASI :
27) ZİRAAT ALETLERİ ve DEMİR FABRİKASI :
28) SÜT FABRİKALARI ;
Biri Ankara diğeri ise Yalova'da olan bu iki fabrika günde 30 bin litre süt ve bir ton tereyağı üretme kapasitesinde.
29) İKİ YOĞURT İMALATHANESİ;
30) ŞARAP İMALATHANESİ:
Yılda 80 bin litre şarap üretme kapasitesine sahip.
31) DEĞİRMEN
32) İstanbul'daki bir çelik fabrikasının yüzde kırk hissesi.
34) Biri Ankara'da, diğeri Yalova'da kurulu iki tavuk çiftliği
35) Yalova'da ki Çiftliklerde İKİ HUSUSİ İSKELE ve LİMAN TESİSATI
36) ÜÇÜ ANKARA'DA ve İKİSİ İstanbul'da ‚'BEŞ SATIŞ MAĞAZASI' nın bütün tesisat ve demirbaşları.
37) ORMAN ÇİFTLİĞİNDE;
Hususi sulama tesisatı, kanalizasyon,Telefon tesisatı,elektrik tesisatı, küçük beton köprüler, hususi yollar, içme su tevziatı şebekesi.
38) YALOVA ÇİFTLİĞİNDE ;
Hususi Su tesisatı, telefon tesisatı, elektrik tesisatı, küçük beton köprüler ve yollar.
39) SİLİFKE TEKİR ÇİFLİĞİNDE; hususi sulama tesisatı, beton köprüler.
40)Orman Çiftliğinde kurulu ÇİFTLİK MÜZESİ ve ufak mikyasta HAYVANAT BAHÇESİ tesisatı. Bunların işletme levazımı ve bütün demirbaşları.
41) 13 BİN BAŞ KOYUN.Kıvırcık, Merinos,Karagül,Karaman ırklarıyla bunların melezleri.
42) 443 BAŞ SIĞIR,Simental, Hollanda, Kırım, Jersey, Görensey, Hale p yerli ırklarıyla bunların melezleri,yeni üretilen Orman ve Tekir cinsleri.
43) 69 BAŞ İngiliz, Arap, Macar, yerli ve bunların melezleri KOŞUM ve BİNEK ATLARI
44) 2 bin 450 BAŞ Tavuk, Legorn, Rodayland ve yerli ırklar.
UMUMİ 'CANSIZ' DEMİRBAŞLAR
45) 16 adet TRAKTÖR, 13 adet HARMAN ve BİÇER DÖVER MAKİNESİ ve bilcümle ziraat işlerini görmekte bulunan Ziraat işlerini görmekte bulunan ziraat alet ve edavatının Tamamı.
46) 35 Tonluk bir adet DENİZ MOTORU. Yalova çiftliğinde.
47) 5 adet, Çiftliklerin nakliye işlerinde çalıştırılan KAMYON ve KAMYONET.
48) 2 adet Çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan BİNEK OTOMOBİLİ.
49) 19 adet, Çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan, binek ve YÜK ARABASI.
(Kaynakça; İsmail Cem / Türkiye'nin Geri Kalmışlığının Tarihi)
Atatürk vasiyetinde servetini belirli koşullarla CHP'ye bırakıyor, kendisine yakın olan birkaç kişiye de maaş bağlatıyordu. Yukarıdaki listeden de anlaşılacağı üzere, Atatürk dönemin sayılı büyük toprak sahiplerinden ve fabrikatörlerindendi. İlk maaşı 28 liraydı, daha sonra 150 liraya çıkmıştı. Cumhurbaşkanlığı maaşı 5.000, köşk ödeneği 2.000 TL idi. İş Bankası'nda nemalandırılan bu paralar, vasiyet gereği CHP'ye aktarılmıştı.
On beş yıl süren cumhurbaşkanlığı esnasında fazla bir harcama yapmayan Atatürk'ün hatırı sayılır bir meblağ biriktirmiş olduğu elbette düşünülebilir, ancak insan yukarıdaki servetin kaynağını merak etmekten kendisini alamıyor.
Maalesef Türkiye'de arşivlerin büyük kısmı henüz araştırmacılara açık değil. Halaçoğlu gibi bazı ırkçılar tüm arşivlerin herkese açık olduğunu söylüyorlar ama bu durum gerçeği yansıtmıyor. Örneğin Milli Güvenlik Kurulu Seferberlik ve Savaş Hazırlıkları Planlama Daire Başkanı Tuğgeneral Tayyar Elmas, 26 Ağustos 2005'te Tapu Kadastro Müdürlüğü'ne gönderdiği yazıda, Osmanlı Tapu Arşivleri'nin Türkçeleştirilerek halka açılması konusunda "buralardaki bilgiler asılsız soykırım ve Osmanlı Vakıfları mülkiyet iddiaları gibi konularda istismara yol açabilir" uyarısında bulunuyor, böylece arşivlerin halka açılması konusu derhal rafa kaldırılıyordu.
1915 Ermeni Soykırımı esnasında oluşturulan "Emval-ı Metruke İdaresi"nin kayıt defterleri de henüz açıklanmış değil. Dolayısıyla Ermenilerin ve daha sonra Rumların gasbedilen mallarının ve servetlerinin üzerine kimlerin oturduğunu şimdilik ancak tahmin edebiliyoruz.
Bildiğimiz bir şey varsa, o da Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün 1915'te el konulan bir gayrimenkul olmasıdır. "Kasapyan'ların Bağı", yıllardır Türkiye'nin cumhurbaşkanlarına resmi ikametgâh görevi görüyor. Bütün bu arşivler, kayıtlar, defterler sonsuza kadar saklanmayacak. Açıklandıkları zaman da bu devletin temelinde hangi kanlı harcın bulunduğu, kimlerin cesetlere basarak kanlı servetler edindiğini hep birlikte öğreneceğiz.

****************************************************