İSLAM TARİHİ NOTLARI

İLK MÜSLÜMAN OLANLAR KİMDİR:

Ammâr-ibn Yâsir(R): Ben Rasûlullah(S)'ı gör­düğümde, O'nun beraberinde (ilk müslümânlar olarak) beş köle, iki kadın, bir de Ebû Bekr'den başka kimse yoktu.Buhari,sahabelerin faziletleri:5

Ammâr'ın haber verdiği ilk müslümân beş köle :
Bilâl el-Habeşî, Zeyd ibn Harise, Âmir ibn Fuhayre -ki Ebû Bekr'in kölesidir ve efendisiyle beraber müslümân olmuştur-, Ubeyd ibn Zeyd, Ebû Fukeyhe -ki Saffân ibn Umeyye'-nin kölesi idi-. Bâzı siyerciler bu listedeki Ebû Fukeyhe yerine Şükrân'ı zikret­mişlerdir. İki kadın da: Hadîce ile Ümmü Eymen yâhud Sumeyye'dir.


PEYGAMBERİN MEKKE'DE KILDIĞI İLK NAMAZ NASILDI

İlk namazda Cebrâil, sabahleyin Kâbe civarında Hz. Peygamber'e imamlık yapmış, daha sonra namazlar Hz. Peygamber'in imâmetiyle devam etmiş, hemen ilk gün akşam vaktine cemaat olarak Hz. Hatice, ertesi gün Hz. Ali katılmıştır. Hz. Ali, akşamleyin amca oğlu Hz. Peygamber ile yengesi Hz. Hatice'yi namaz kılarken görmüş, davete uyarak ertesi gün o da büyük bir çocuk iken cemaate katılmıştı. Daha sonra Zeyd b. Hârise ve Hz. Ebû Bekir bunlara eklenmiştir.

Risâletin ilk döneminde alenî namaz kılınamıyordu; Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi de yanına alarak Mekke dışında dağ aralarında namaz kılıp dönüyordu. Diğer Müslümanlar da öyle yapıyorlardı. Bir defasında Sa‘d b. Ebû Vakkas dağ arasında müşriklerin takibine, alay ve tazyikine mâruz kalınca eline geçirdiği bir deve çene kemiği ile birinin başını yarmış ve "Allah yolunda ilk kan akıtan kişi" diye anılmıştı. 
"Ey Muhammed! Artık, sana buyurulanı açıkça ortaya koy, müşriklerden yüz çevir" (el-Hicr 15/94) meâlideki âyet nâzil olduktan sonra açık davet başlamış, böylece Kâbe ve civarındaki yerlerde namaz da kılınır olmuştu. Ancak bu durum kıyasıya bir mücadeleyi gerektiriyordu. Meselâ, bir defasında Hz. Ebû Bekir'in de ısrarıyla Müslümanların Kâbe önünde topluca namaz kılma gayreti müşriklerin hücumuyla önlenmek istendi. Bu olayda Hz. Ebû Bekir dahil bazı Müslümanlar ölümden döndüler. Kezâ Hz. Ebû Bekir'in evinin avlusunda namaz kılıp, Kur'an okumasının engellenmesi de bu zamanlara rastlar. Peygamberliğin altıncı yılında önce Hz. Hamza, daha sonra Hz. Ömer'in Müslüman olmasıyla Kâbe'de iki saf olarak ilk defa açıkça ve topluca namaz kılındı.




HİCRET:
Habeşistan Hicretleri:
Kureyş müşrikleri müslümânlan dînlerinden döndürmek için onlara azâb etme­ye ve eziyet yapmaya yöneldikleri zaman ilk defa Habeşistan'a iki hicret yapıl­mıştır. Habeşistan'a birinci hicret, Peygamberliğin beşinci yılında receb ayında oldu. Vâkıdî'nin beyânına göre birinci muhacir kaafilesinde onbir erkek, dört kadın vardı. Bunlar Mekke'den yaya ve binitli olarak deniz sahiline gelip, ora­da yarım dînâra kiraladıkları bir gemi ile denizi geçmiş ve Habeşistan'a varmış­lardır. O sırada Habeşistan'da Necâşî Eshame hükümdar idi. Adaleti ile meşhur olan bu zât, İslâm muhacirlerini iyi karşılayıp kabul etti. Muhacirlerin iyi duru­mu Mekke'de duyulunca, ertesi sene ikinci Habeşe muhacereti yapıldı. İkinci kaafiie yetmişiki yâhud yetmişüç erkek idi. Kadın ve çocuklar bu sayının dışın­dadır. Onsekiz kadın vardı denilmiştir.



a) Habeşistan’a İlk Hicret Edenler (615 M.)
Müşriklerin ezâları dayanılmaz bir hal almıştı. Müslümanlar serbestçe ibâdet edemiyorlardı. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) Müslümanların Habeşistan’a hicret etmelerine izin verdi. Müslümanlar Habeşistan’a iki defa hicret ettiler. İlk defa 12′si erkek, 4′ü kadın 16 kişi Mekke Devri’nin (Peygamberliğin) 5′inci yılında (615 M.) Recep ayında Mekke’den gizlice ayrılarak Kızıldeniz kıyısında birleştiler. Başlarında bir reisleri yoktu. Buradan kiraladıkları bir gemi ile Habeşistan’a geçtiler. İçlerinde, Hz. Osman, eşi Rukiyye, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Abdulllah b. Mes’ûd gibi muhterem zâtlar da vardı.(79)


b) İkinci Habeşistan Hicreti (616 M.)
İlk hicret edenler Habeşistan’da iken inen “en-Necm Sûresi”ni Hz. Peygamber (s.a.s.) Hârem-i Şerifte müşriklere okudu. Bitince, sûrenin sonunda “secde âyeti” bulunduğu için, Allah’a secde etti. Bu sûrenin 19 ve 20′inci âyetlerinde müşriklerin putlarından “Lât, Uzza ve Menât’ın” isimleri de geçtiğinden müşrikler de Hz. Peygamber (s.a.s.)’le birlikte putları için secde etmişlerdi. Bu olay, “Mekkeliler toptan Müslüman oldu” diye bir şâyianın çıkmasına sebep olmuş, bu asılsız şâyia tâ Habeşistan’da duyulmuş, bu yüzden hicret eden Müslümanlar da, Habeşistan’da üç ay kaldıktan sonra dönmüşlerdi.(80) Müslümanlar, Habeşistan’dan döndüklerine pişman oldular. Çünkü müşrikler zulüm ve işkencelerini daha da artırmışlardı. Bu sebeple Müslümanlar, Mekke Devri’nin 7′inci yılında (616 M.) 77′si erkek, 13′ü kadın olmak üzere 90 kişi 2′inci defa Habeşistan’a hicret ettiler. Bu ikinci hicrette kafile başkanı Hz. Ali’nin ağabeyi Câfer Tayyar’dı.(81)

Bunlardan bir kısmı, Müslümanlar Medine’ye hicret edince Medine’ye gittiler (622 M.). Bir kısmı Hudeybiye barışına kadar orada kaldılar. (628 M.) Câfer’in başkanlığında son 16 kişilik kafile ise Hayber’in fethi esnâsında Medine’ye döndü. (628 M.)



Hicrette paylaşım ve kardeşlik:
Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman Rasûlullah (S), Abdurrahmân ibn Avf ile Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında kardeşlik kurdu. Sa'd ibnu'r-Rabî', Abdurrahmân'a hitaben:
— Ben mal yönünden Ensâr'ın en zenginiyim. Malımı iki kısma böleyim. Benim iki kadınım var. Bak düşün! Onlardan hangisi senin hoşuna giderse onun ismini bana şöyle de ben onu boşayayım. Boşa­yacağım o kadının iddeti geçince sen onunla evlenirsin, dedi.
Abdurrahmân ibn Avf da Sa'd'a:
— Allah ehlini ve malını sana mübarek eylesin! Ticâret yapılan çarşınız nerde? dedi.Buhari,ensarın enkıbeleri,2
Not: İbn Sa'd'ın nakline göre bu kardeşlik akdi, Bedir'den beş ay önce, Enes'in evinde, ellisi Muhacir, ellisi Ensâr'dan olmak üzere yüz kişi arasında yapılmıştır, tbnu Ebî Hayseme'nin târihinde Zeyd ibn Evfâ'dan gelen rivayete göre bu kardeşlik akdi Mescid'de yapılmıştır. Bu iki rivayeti, kardeşlik akdinin bu yerlerden bi­rinde başlatılıp diğerinde devam ettiğini düşünmek suretiyle anlamak da müm­kündür.

Ensâr, Peygamber'e:
— Hurmalıklarımızı bizimle Muhacirler arasında taksim et, de­diler.
Peygamber (S):
— "Hayır taksim etmem" buyurdu. Ensâr, Muhâcirler'e:
— (Terbiye ve sulama) işlerini sizler yükleniniz de hurma mah­sûlünde bizlere ortak olunuz, dediler.
Muhacirler, Ensâr'a:
— (Peygamber'den gelen bu emri) işittik ve itaat ettik, dediler.Buhari,ensarın enkıbeleri,2
Not: Ensâr, Rasülullah'a, hurmalıklarının mülkiyetini arzedip, mallarının yan yarı­ya taksimini rica etmişlerdi. Rasûlullah nusrat ve yardımın bu derecesini fazla görüp: "Hayır bu olmaz" buyurmuş ve akarın mülkiyeti sahihlerinin üzerinde kalmak üzere Muhâcirler'in çalışma ile ortak olmaları şeklini münâsib görmüş, böylece Ensâr'm mülkiyet haklarını korumuştur.


İLK HİCRETTE MÜSLÜMANLIKTAN ÇIKANLAR
Müşriklerin işkencesi sonucu Habeşistan'a iltica eden ikinci kafileden müslümanlardan ikisi hıristiyan olmuştu. Bunlardan biri, Ummu Habıbe'nin (Ebu Süfyan'in kizi - Muaviyenin kardeşi - Peygamberimizin eşi)  kocası Ubeydullah b. Cahs b. Riâb b. Ya'mur el-Esedî'dır. Bu zat alkolikti ve sarhoşken suya düşüp boğulmuştur.(Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Çev. Salih Tuğ, istanbul, 1992, c.I, s. 302, 449.)





İSLAM İÇİN SAVAŞ
Sahabilerden birisi, Resulullah (sav)´a gelerek «Kavmime müslüman olmaları İçin 100 koyun verdim» dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav). «Verdiğin koyunları geri al. Eğer islâm´ı terkederlerse. onlar islâm´a donünceye kadar savaşırız» buyurdu. Bu hadis-i şerif, İslâm´î ilimleri öğretme ve yayma karşılığında bir şeyin alınması ve verilmesinin yasak olduğunu gös­termektedir.» Cessâs - Ahkâmül Kuran - C. 1, S. 125




CAHŞ OĞLU ABDULLAH SERİYYESİ VE BATN-I NAHLE OLAYI: İLK ÇATIŞMA VE HARAM AYDA ÖLDÜRÜLEN VE ESİR ALINANLAR


Resulullah Aleyhisselâm Bedir savaşından iki ay önce Cemâziyelâhir ayı içinde Kureyş hakkında bilgi toplaması için halasının oğlu Abdullah bin Cahş -radiyallahu anh- kumandasında on kişilik bir keşif kuvveti çıkardı. Giderken de eline, iki gün sonra açılmak ve içindeki emri yerine getirmek üzere bir mektup verdi. Mektup açıldıktan ve içindeki emir anlaşıldıktan sonra hiç kimseyi bu yazılı emrin yerine getirilmesinde zorlamamasını bilhassa hatırlattı.

İki günlük yolculuktan sonra Abdullah -radiyallahu anh- mektubu açtı.

Şöyle yazıyordu.

"Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman durmadan yürü. Mekke ile Tâif arasında Batn-ı nahle adlı yere ulaştığında, orada Kureyş'in durumunu gözetler ve elde edeceğin bilgiyi bize bildirirsin."

Abdullah -radiyallahu anh- mektubu okuyunca: "Resulullah Aleyhisselâm'ın emrini duydum ve derhal ona uyuyorum." dedi. Sonra durumu arkadaşlarına anlattı ve: "Şehit olmak isteyen benimle gelsin, dönmek isteyenin yolu açıktır. Ben herhalde Resulullah Aleyhisselâm'ın emrini yerine getirmeye çalışacağım." diyerek hareket etti. Onun bu ciddiyetini gören arkadaşlarından hiçbiri geri kalmadı.

Seriyye'nin bu hareketi Kureyş'in ansızın Medine'ye baskın yapmaması için bir tedbir mahiyetinde idi.

Batn-ı nahle'ye vardıklarında, Kureyş'in Tâif'ten gelmekte olan kuru üzüm ve başka yiyeceklerle, ticaret malları yüklü kervanına rastladılar. Onlarla casus diye çarpışmaya karar verdiler. Kervan reisi Amr bin Hadramî bir okla öldürüldü, Osman bin Abdullah ile Hakem bin Keysan'ı esir ettiler, diğerleri kaçtı, malları zaptedildi. İslâm'da ilk kan dökülmüş, ilk olarak da ganimet alınmıştı.


Medine'ye döndüklerinde durumu öğrenen Resulullah Aleyhisselâm çok üzüldü. Bu hadise savaş yapılması, kan dökülmesi yasak sayılan haram aylardan Recep'de meydana geldiği için:

"Ben size haram olan ayda çarpışınız diye emretmedim!" buyurdu.

Ne esirlerle ilgilendi, ne de kervan ganimetinden kendisine ayrılmış olan beşte bir hisse ile ilgilendi. Halbuki öldürülen şahıs İslâm düşmanlarının azılılarından idi. Abdullah bin Cahş -radiyallahu anh- ve arkadaşları Resulullah Aleyhisselâm'ın üzüldüğünü görünce elleri yanlarına düştü: "Biz artık mahvolduk!" diyerek ne yapacaklarını şaşırdılar. Diğer müslümanlar da: "Emredilmediğiniz halde savaştınız ve kan döktünüz!" diyerek mücâhidleri yaptıkları bu işten dolayı kınayınca ruhlarını büsbütün bir sıkıntı sardı. Yanlış harekette bulunduklarının farkına vararak kendi kendilerini kınadılar.

Aslında mücâhidler hadisenin meydana geldiği günü Recep değil Cemâziyelâhir'in son günü sanmışlardı. Ortada kötü niyet yoktu, olan olmuştu.

Öldürülen Amr bin Hadramî ile esir edilen iki kişi, Mekke'nin itibarlı âilelerinden olduğu için Kureyşliler karşı propaganda yapmak ve müminlerin aleyhinde konuşmak için ellerine geçen bu fırsatı kaçırmadılar. "Muhammed ve Ashâb'ı haram ayı helâllaştırdılar, kan döktüler, yağma yaptılar, adam esir ettiler!" diye yaygara koparmaya başladılar. Medine yahudileri de işi körüklüyorlardı.

Allah-u Teâlâ bu hususta Resul'üne indirdiği Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:

"Resul'üm! Sana haram aydan ve onda savaşmanın doğru olup olmadığından soruyorlar." (Bakara: 217)

Öteden beri Araplar arasında senede dört ay; Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları, "Eşhur-i hurûm" yani haram aylar sayılırdı. Bu aylarda kabileler arasında devam eden savaşlara, karşılıklı anlaşma ile son verilirdi. Civar beldelerden halk Beytullah'ı ziyaret için Mekke-i mükerreme'ye gelir ve yıllık panayırlarda kafileler halinde toplanarak alış-verişlerle meşgul olurlardı. Buna karşı çıkmak günahların en büyüğü sayılırdı.

Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruldu:

"De ki: Haram ayda savaşmak büyük bir günahtır." (Bakara: 217)

Âyet-i kerime'de Resulullah Aleyhisselâm'a hitap edilerek içinde savaş yapılan haram ay hakkındaki sorulara cevap verilmiş ve bu aylarda savaş yapmanın büyük bir suç olduğu açıklanmıştır. Bu açıklama haram aylarda yapılan savaşın helâl kılınmadığına ve bu sebeple hürmetin ihlâl edilmemesi gerektiğine delâlet eder.

Ancak Âyet-i kerime'nin sonraki ibareleri bu hükme daha farklı bir mânâ kazandırmıştır. Her ne kadar haram ayların ihlâli büyük bir cürüm ise de; kâfirlerin müminleri Allah'a ulaştıracak yoldan alıkoymaları, imanlarının gereği olan ibadetleri yapmalarına engel olmaları hiç şüphesiz ki çok daha büyük bir cürümdür.

"Fakat insanları Allah yolundan alıkoymak, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i haram'ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük, daha ağır günahtır." (Bakara: 217)

Müşrikler, Âyet-i kerime'de de işaret edildiği gibi, hâlâ müslümanların peşini bırakmıyorlardı. Ellerinden gelse ve güçleri yetse, onları yine İslâm'dan döndürmek için her çareye başvuracaklardı. Onların günahı, haram ayda savaşmaktan beterdir.

Aynı şekilde müslümanı dininden çevirip küfre döndürünceye kadar fitneye düşürmenin de, öldürmekten daha beter olduğu beyan buyuruldu:

"Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır." (Bakara: 217)

İnsanları İslâm'dan menetmek, dinsizliği yaymak haram ayında savaşmaktan daha büyük günahtır ve daha çirkin bir iştir.

"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)

Bu ilâhî buyruk, kâfirlerin müslümanlara düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çevirmedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedir. Güçleri yetse, bundan hiç de geri kalmazlar.

"Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedi kalırlar." (Bakara: 217)

Çünkü kâfir olarak ölmüşlerdir. İrtidat etmek suretiyle dünyada müslümanların sahip oldukları imkânlardan, ahirette de sevaptan mahrum kalırlar. Cehennemden aslâ çıkmayacaklardır.

Bu Âyet-i kerime üzerine mücâhidler mânevî sıkıntıdan kurtuldular. Resulullah Aleyhisselâm da kendisi için ayrılmış olan ganimet hissesini kabul etti.

Abdullah bin Cahş -radiyallahu anh- ve Nahle'deki çatışmaya katılan mücâhidler bu durumlarıyla ilgili olarak Âyet-i kerime nâzil olunca ecir sahibi olabilmek için ümitlendiler ve: "Yâ Resulellah! Allah yolundaki cihadlarından dolayı mücâhidlere verilecek ecirden bizler de umabilir miyiz?" diye sordular.

Allah-u Teâlâ onlar hakkında indirdiği Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:

"Onlar ki iman ettiler, hicret ettiler, Allah yolunda cihad ettiler. Böyleleri Allah'ın rahmetini umarlar. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Bakara: 218)


Kureyşliler iki esiri kurtarmak için kurtuluş fidyesi gönderdiler. Fakat Hakem bin Keysan, Resulullah Aleyhisselâm'ın dâveti üzerine müslüman oldu, Mekke'ye dönmedi. Şehit olarak da vefat etti.



BEDİR SAVAŞI


BEDİR ŞEHİTLERİ :
Hicri 2. yıl 17 Ramazan (13 Mart 624 Cuma günü) vuku bulan Bedir savaşında şehit olan sahabe efendilerimiz şunlardır:
Bedir savaşında, altısı Muhacirler’den, sekizi de Ensar’dan olmak üzere 14 şehit verildi.


1- Mihca bin Salih,
2- Zü`ş-şimaleyn ibn abdi Amr,
3- Akil bin Bukeyr,
4- Safvan bin Beyda,
5- Sa`d ibn Hayseme,
6- Mubeşşir bin Abdilmunzir,
7- Yezit bin Haris,
8- Umeyr ibn Humem,
9- Rafi bin Mualla,
Kardeşler:
10- Avf ibn Afra,
11- Muavviz bin Afra.
Çocuklar:
12- Umeyr bin ebi Vakkas,
13- Haris bin Suraka,
Yolda şehit olan yaralı:
14- Ubeyde bin Haris,


Savaşta İlk Şehid Muhacirlerden Mihca b. Salih (r.a.)
Harb âdeti üzere, önce her iki taraftan teke tek çarpışacak kimseler savaş meydanına çıkacaktı. Fakat, müşrikleri heyecana getirmek için ortaya atılan Amir b. Hadremî, harb usûlüne muhalefet ederek, mücâhidlere doğru bir ok attı. Ok, Muhacir Müslümanlardan Mihca Hazretlerine isabet etti ve orada İslâm Ordusu ilk şehidini verdi. Rasûli Ekrem (s.a.v.): "Mihca, şehidlerin efendisidir" buyurarak İslâm'ın bu ilk şehidini tebcil etti.

Şehitlerden Peygamberimizin (s.a.v.) amca oğlu Ubeyde b. Haris (r.a.)

Bedir gününde müşriklerden Utbe cahiliye adetleri üzere meydan okuyarak karşılarına savaşmak için 3 kişi istedi. Hz. Ali meydana çıkıp onun oğlu Velid’le karşılaştı. İkisi de aynı dönemdde yetişmiş birer gençtiler. Ali (r.a.) onu elinden tutarak yüzü koyun yere çarptı ve hemen öldürdü.

Sonra Şeybe b. Rabia kalktı. Hz. Hamza da kalktı. Onlar da aynı yaşlarda idiler. Hamza kuvvetli bir vuruşla onu yere serdi. Sonra Utbe b. Rabia kalktı. Ona da Ubeyde b. Haris karşı çıktı. İkisi de, iki direk gibiydiler. Birbirlerine saldırdılar. Ubeyde ona bir darbe vurarak sol tarafını kesti. Utbe de Ubeyde’nin ayağına yaklaştı ve kılıçla ayağına vurarak baldırını kesti. Hz. Hamza ile Hz. Ali, Utbe’nin üzerine hücum ederek onu ölümünü hızlandırdılar Ve Ubeyde’yi Rasûlullah (s.a.v.)’a getirdiler.



Genç yaşta şehitlik mertebesini kazanan Haris b Süraka (r.a.)
Hazreç Kabilesinden olan Haris b. Süraka adındaki genç, ordunun gerisinde su havuzunun başında bulunuyor ve vuruşmayı temâşâ ediyordu. Düşman tarafından atılan bir ok, ön saftaki mücâhidlerin üzerinden geçerek ona isabet etti ve orada şehid oldu. İşte Ensâr'dan ilk şehid düşen, bu zâttır.


Hadis:
Harise ibn Surâka el-Ensârî, Bedir günü çocuk olduğu hâlde (havuzdan su içerken İbnu'İ-Araka tarafından bir ok atılarak) vuruldu. Akabinde annesi (ki, Enes'in halasıdır) onu Peygamber'e getirdi de:
— Yâ Rasûlallah! Hârise'nin benim yanımdaki derecesini bil­mektesin. Eğer oğlum Harise cennette ise ölümüne sabreder ve seva­bımı Allah'tan beklerim. Şayet onun menzili diğerinde (yânı cehen­nemde) olursa, yapacağım işi görürsün, dedi.
Bunun üzerine Peygamber (S):
— "Yazık sana, sen aklım mı kaçırdın? Bîr tek cennet mi var? Şübhesiz birçok cennetler vardır. Ve şübhesiz senin oğlun Harise, Fir-devs cennetindedir" buyurdu.Buhari,Megazi:9



Çocuk denilecek yaşta şehit düşen Umeyr b. Ebi Vakkas (r.a.)

Sa'd b. Ebî Vakkas şöyle anlatıyor: Kardeşim Umeyr b. Ebî Vakkas’ı, Efendimiz (s.a.v.) bizi teftiş etmezden önce Bedir suyunda gördüm, orada gizleniyordu. Ben:
“Ey kardeşim, niçin gizleniyorsun?” diye sorunca,
“Korkarım ki, Hz. Peygamber beni küçük görür de geri çevirir diye korkuyorum. Halbuki ben çıkmak istiyorum. Umulur ki, Allah bana şehidlik mertebesi verir” dedi.
Sonunda o, Efendimize (s.a.v.) gösterildi. Hz. Peygamber onu küçük bularak savaşa katılmasına izin vermedi. O da ağladı. Bunu gören Hz. Peygamber ona izin verdi. Ben onun kılıcının ve kınının iplerini, küçüklüğünden ötürü, bağlıyordum. O on altı yaşında iken şehid düştü. (Hayatü’s-sahabe, III/55-56)

Umeyr b. Humam ve Avf b.Haris (r.a.)
Efendimiz (s.a.v.)tesirli bir konuşma ile müslümanları cihada teşvik ediyordu: “Ey Ashabım! Sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allah'a yemin ederim ki her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebat eder ve çarpışa çarpışa şehid olursa; Cenâb-ı Hak, onu mükâfaat olarak elbette cennetine koyacaktır. Bugün şehid olacakları en yüksek cennet; Cennetü’l-Firdevs hazır olarak beklemektedir.
Efendimiz (s.a.v.)’in bu müjdesini işiten Umeyr bin Humam (r.a.) daha bir aşka geldi: “Ah ne kadar güzel! Cennetle aramızda bir nefeslik mesafe kalmış... demek ki cennete gitmek için bir düşman kılıcı kâfi...”

Torbasından hurma çıkarttı, yemeye başladı ve sonra: “Şu hurmaları yeyinceye kadar yaşarsam bu uzun bir yaşamdır” dedi ve hurmaları atarak düşman saflarına daldı. Orada şehid oldu. (Ahmet b.Hanbel, III/136,137)
Ensar'dan Avf bin Haris (r.a.) Efendimize (s.a.v.) koştu ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kulun Rabbini hoşnud eden işi nedir?”

Efendimiz (s.a.v.): “Bilekleri yoruluncaya kadar kılıç sallamak!” buyurdular. Bunun üzerine Avf bin Haris, daha çevik hareket edebilmek için zırhını da çıkartarak yalın kılıç düşmanın arasına daldı ve çarpışa çarpışa şehit oldu.

Bekârlar evinin sahibi şehit Sad b. Hayseme (r.a.)
İslâm dininin kabul edilmesinde ve yayılmasında bekârların gayretleri ve gösterdikleri fedakârlıklar dillere destandır. İlk Müslümanlardan birçoğu bekârdır. Bekâr olan bu delikanlılar, Hz. Peygamber'in etrafında pervane gibi dönerlerdi. Muhacirlerden bekâr olanlar, kendileri gibi bekâr olan Sa'd b. Hayseme'nin evini mekân seçmişlerdi. Sa'd da onlara hem evini hem de gönlünü açmıştı. Kübâ'daki bütün Müslümanlar burada toplanırlar, Hz. Peygamber de onlara sohbet ederdi. Bu sebepten Sa'd b. Hayseme'nin evine 'bekârlar evi' manasına gelen "Menzilü'l-Uzzâb" denirdi.

İlk Cuma namazı da bu sahabe efendimizin evinde Efendimizin (s.a.v.) izniyle Hz. Musab tarafından kıldırılmıştı. İşte evini Müslümanların hizmetine açtığı gibi Bedir gününde de gönlünü, bedenini Allah’a ve Rasûlü’ne açarak şehitlik payesine ulaşmıştır.

Hz. Ali’nin anlattığına göre; o gün gündüz ilerleyince Müslümanlarla müşriklerin safları birbirine karıştı. Kum tepesinin üstünde müşriklerden birisiyle Sad b. Hayseme çarpışıyordu. Müşrik nihayet Sad b. Hayseme’yi şehit etti.

Bedir’de şehit kardeşler

Abdurrahman b. Avf (r.a.) anlatıyor: “Bedir’in tam kızıştığı andı. Allah Rasûlü’nün bir avuç kum alıp düşmanın yüzüne saçtığı ve “Yüzleri kararsın” buyurduğu anda müşriklerin ele başları Rasûlullah (s.a.v)’ın bir gün önce tek tek yerlerini gösterdiği yerlere düşerek cehennemi boyluyorlardı. Bu sırada Ensar’dan iki genç Efendimize (s.a.v.) Mekke’de iken çeşitli eziyetler yapan, hakaretler eden İslâm’ın en azılı düşmanı Ebû Cehil’i arıyorlardı. Abdurrahman b. Avf’a onu sordular. Kendilerine; “onu ne yapacaksın” diye soruduğunda, cevap olarak: “Allah’a söz verdik. İslâmın yayılmasını engellemeye çalışan İslâm’ın en büyük düşmanı olan bu karanlık ruhu öldüreceğiz” diyen iki genç sahabiydi.

Abdurrahman b. Avf bir ara gördüğü Eb Cehil’i parmağıyla işaret ederek onlara gösterdi ve her ikisi de anında ona hucum ederek kılıç darbeleriyle Ebû Cehil’i yere indirdiler. İnsanlık tarihinde küfrü temsil edenlerden biri ve Allah Rasûlü’nün:“Bu ümmetin Firavunu’dur” dediği en büyük kâfir de yıkılmıştı. Onu vurup yıkan yiğit sahabiler, Muaz ve Muavviz adında iki kardeşti. (Buhari VIII/s.3720)

Afra annemizin üç oğlu vardı üçü de Bedir savaşına katılmışlardı. Savaşta Muaz ve Muavviz Allah’ın Düşmanı olan Ebu Cehil’i öldürdükten sonra kendileri de şehit düştüler. Onların şehitlik mertebesine ulaştığını haber alan Afra (r.anha) diğer oğlu Avf’ın şehit olmayışına üzüldü. İstiyordu ki; onu da Allah yolunda şehit versin. Efendimize (s.a.v.) bu üzüntüsünü şöyle dile getirdi: “Ya Rasûlallah! Diğer çocuklarım şehit oldu, Keşke Avf’da aynı mertebeye ulaşsaydı. Acaba Avf onlardan daha mı geridedir?”

Rasûlullah (s.a.v) bu vefakâr insanın yüreğine su serpen şu cevabı verdi: “Hayır! Muaz ve Muavviz ömürlerinin encamını görmeden şehit oldular. Fakat Avf da onlardan geride değildir” buyurdu. Çok geçmeden Avf şehit edildi. Böylece Afra validemizin arzusu gerçekleşmiş oldu. Daha sonra dört çocuğu olan annemizin bu dört çocuğu da Raci, Mâune ve Yemame savaşlarında şehit oldular. Yedi şehit annesi olan bu hanım sahabinin şehit çocularına sahabe annemize atfen Afra’nın oğulları lakabını koymuşlardı. (İbn Sad Tabakat VIII/443, Hanım sahabiler s. 238)

Rasûlullah (s.a.v)’ın yanında olan Afra annemiz gibi diğer sahabe efendilerimizin bir gayesi vardı: O da Allah’ın rızasıydı. Bu gayeye hizmet için oğullarından, eşlerinden ve canlarından vazgeçecek kadar kâmil manada iman sahibi idiler.



Bedirde öldürülen esirler:

Bedir Savaşı'nda esir alınan yetmiş kişi içinden sadece Ukbe bin ebi Muayt ve Nadr ibn el-Haris'i öldürttü.

ÖLDÜRÜLENLER İÇİN BKNZ:
http://muhammedin.blogspot.com.tr/2016/02/ukbe-bin-ebi-muayt.html#more



BENİ KAYNUKA'NIN TERBİYESİZLİĞİ ,KUŞATILMASI VE SÜRÜLMESİ:

Benî Kaynukâ çarşısında yaşanan bir olay bardağı taşıran son damla oldu. Alışveriş için Benî Kaynukâ çarşısına giden ensârdan bir müslümanın hanımı uğradığı kuyumcu dükkanında orada bulunan Yahudilerin tacizine maruz kaldı. Kadının etraftan yardım istemesi üzerine müslümanlardan biri yardıma koştu ve kendisini tutamayarak Benî Kaynukâ’lı yahudi kuyumcuyu öldürdü. Kendisi de orada bulunan Yahudiler tarafından öldürüldü. Aynı zamanda daha önce yapılmış olan anlaşmanın artık bir öneminin kalmadığını ve bozulduğunu gösteren bu durum Hz. Peygamber’le birlikte Müslümanlara çok ağır geldi.


Hz. Peygamber yahudi kabîleler içerisinde ahdini bozan ilk kabîle olan Benî Kaynukâ’nın her an bir ihanet içerisinde bulunabileceğinden endişe etmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in, herhangi bir topluluğun anlaşmaya hiyanet edeceğinden korkması halinde, aynı şekilde karşılık vererek anlaşmayı bozabileceğini belirten âyet nâzil oldu (el-Enfâl 8/58).

Hz. Peygamber hicretten 20 ay sonra Şevval ayının ortasından itibaren kendi yerine Ebû Lübâbe b. Abdülmünzir el-Ensârî’yi Medîne’de vekil bırakarak Benî Kaynukâ’nın bulunduğu mahalleyi kuşattı. Kendisi Zâtü’l-fudûl adı verilen zırhını giymiş, beyaz sancağı amcası Hamza b. Abdülmuttalib’e vermişti. Zilkade ayının başına kadar on beş gün devam eden kuşatma sırasında herhangi bir çatışma veya ok atma yaşanmamakla birlikte dışarı ile bağlantıları tamamen kesilerek kalelerinde mahsur kalan Benî Kaynukâ yahudileri teslim olmaya mecbur kaldılar ve serbest bırakılmaları isteğine olumsuz cevap veren Hz. Peygamber’in vereceği hükme razı oldular (Zilkâde 2/Nisan 624).

Hz. Peygamber’in, esirlerden sayılarının 700 civarında olduğu nakledilen savaşçı erkeklerin öldürülmesine karar vermesi üzerine Hazrec kabîlesi reisi Abdullah b. Übey b. Selûl, Benî Kaynukâ’lıların Hazrec kabilesinin müttefiki olduklarını, kendisine geçmişte özellikle Buâs harbinde çok yararları dokunduğunu belirtti ve affedilmelerini istedi. Abdullah b. Übey’in münafıkların başı olduğunu bilmesine rağmen Rasûlullah onun kendisini rahatsız eden ısrarlı yalvarmaları karşısında öldürme kararından vazgeçti ve malları müslümanlara kalmak üzere Benî Kaynukâ yahudilerinin hepsinin Medîne’den sürgün edilmelerini emretti.

Benî Kaynukâ’ya Medîne’den ayrılmaları için üç gün süre tanıyan Hz. Peygamber onların mallarını teslim almak için Muhammed b. Mesleme’yi, Medîne’den uzaklaşıncaya kadar kontrol edip düzen sağlamakla da Ubâde b. Sâmit’i görevlendirdi. Bu arada Benî Kaynukâ’nın isteği üzerine alacaklarını tahsil etmelerine müsaade edildi. Hz. Peygamber Benî Kaynukâ’ya her zaman için çeşitli işlerini görmek amacıyla Medîne’ye gelip üç gün kalabileceklerini de belirtti.

Benî Kaynukâ yahudileri çok sayıda silah, silah yapımında ve kuyumculukta kullanılan malzeme bırakarak Ubâde b. Sâmit’in gözetiminde Medîne’den ayrıldılar. Vâdi’l-kurâ’da bir ay kadar kaldıktan sonra da Suriye taraflarına gidip Ezriât’a yerleştiler.

Hz. Peygamber Benî Kaynukâ’dan ele geçirilen ganimetlerden üç adet kılıç, üç mızrak, iki zırh ve iki yay ile ganimetin beşte birini (humus) aldıktan sonra kalan beşte dörtlük kısmını Müslümanlar arasında paylaştırdı. Ayrıca Muhammed b. Mesleme ve Sa‘d b. Muâz’a da birer zırh hediye etti.

İslâm tarihinde humusun ilk defa ne zaman uygulandığı tartışılırken bu uygulamanın ilk defa Benî Kaynukâ gazvesinde ele geçirilen ganîmetlerin taksiminde yapıldığına dair görüşler bulunmakta, ancak daha önce gerçekleşen Abdullah b. Cahş seriyyesi ve Bedir Gazvesi ganimetlerinin taksimi ile ilgili rivâyetler de dikkate alınarak daha öncekilerde mevcut gelenek doğrultusunda humus uygulandığı, ilgili âyetin (el-Enfâl 8/41) nüzûlünden sonraki ilk humus uygulamasının ise Benî Kaynukâ’da olduğu belirtilmektedir.



UHUD SAVAŞI:

Bize Ebû İshâk.tahdîs edip şöyle dedi: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim; o tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (S) Uhud harbi günü okçu piyadeler üzerine -ki bunlar elli kişi idiler- Abdul­lah ibn Cubeyr'i kumandan ta'yîn etti de onlara hitaben:
— "Bizleri kuşlar kapıyor görseniz de ben sizlere haberci gön-derinceye kadar asla şu yerinizden ayrılmayın. Ve yine sizler, bizim düşman kavmi bozguna uğrattığımızı ve onları çiğnediğimizi görse­niz de size ben haberci gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayınız" diye kesimopıretti.
Akabinde (harb başladı ve ilk hamlede) müslümânlar, müşrik­leri bozguna uğrattılar.
Râvî el-Berâ dedi ki: Vallahi ben (o sırada düşman ordusundaki müşrik) kadınları gördüm ki, onlar elbiselerini toplamışlar, bacakla-rındaki hamalları ve baldırları meydana çıkmış hâlde çabuk çabuk koşuyorlardı [Bunlar Ebû Sufyân'ın kansı, Bedir'de öldürülenlerden Utbe ibn Rabîa'nın kızı Hind, îkrime'nin kansı Ümmü Hakîm, Hâlid'in kızkardeşi Fâtima ve diğer bir­takım Kureyşli kadınlardır ki, intikaam almak için orduya katılmışlardı.]
Müslümanların bu galebesi üzerine Abdullah ibn Cubeyr'in ku­mandası altındaki piyade okçular birbirlerine:
— Ey arkadaşlar, ganimet, ganimet! Cebhedeki arkadaşlarımız düşmana gâlib geldiler. Daha burada ne bekliyorsunuz? dediler.
Abdullah ibn Cubeyr bunlara hitaben:
— Rasûlullah'ın size söylediği emirleri unuttunuz mu? diye mâni' olmaya çalıştı.
Fakat maiyyetindeki askerler:
— Vallahi insanların yanma muhakkak gideceğiz ve ganimetten elbette nasibimizi alacağız! dediler (ve görevli oldukları yeri bırakıp ordunun içine karıştılar).
Onlar, onların yanına varır varmaz yüzleri geldikleri tarafa çev­rildi ve ordunun büyük kısmı bozularak kaçmaya yöneldiler. İşte bu çirkin vaziyet sırasında idi ki Rasûlullah askerin geri kalanlarını ar­kalarından çağırıyordu. O sırada Peygamber'in beraberinde oniki ki­şiden başka kimse kalmamıştı[ Ebû Bekr, Umer, , Alî, Abdurrahmân ibn Avf, Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Talha ibn Ubeydillah, Zu-! beyr ibnu'l-Avvâm, Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh, Habbâb ibnu'I-Munzir, Sa'd ! ibn Muâz, Useyd ibn Hudayr olarak sayılmıştır, ibn Sa'd bunların ondört kişi olduklarını; yedisi Muhacirler'den, yedisi de Ensâr'dan bulunduğunu bildirmiştir.]
Uhud harbinde müşrikler bizden yetmiş kişi şehîd ettiler. Hâl­buki Bedir harbinde Peygamber ve sahâbîleri müşriklerden yüzkırk kişiyi elde ederek, bunlardan yetmiş tanesini esîr etmiş, yetmişini de öldürmüşlerdi.
(Uhud'da harb kesildiği sırada müşriklerin başkanı) Ebû Sufyân üç defa:
— Topluluk içinde Muhammed var mı (yânî sağ mı)? dîye bağırdı. Fakat Peygamber, sahâbîlerine Ebû Sufyân'a cevâb vermelerini nehyetti.
Sonra Ebû Sufyân yine üç kerre:
— Topluluk içinde Ebû Kuhâfe'nin oğlu var mıdır? dedi. Sonra da yine üç kerre:
— Topluluk içinde Ibnu'l-Hattâb var mıdır? diye sordu.
Bütün bunlardan sonra da Mekkeli arkadaşlarına dönerek:
— Bunların hepsi öldürülmüşler, dedi.
Bunun üzerine Umer kendine mâlik olamadı da:
— Yalan söyledin vallahi ey Allah'ın düşmanı! İyi bil ki, senin adlarını saydığın o zâtların hepsi elbette diridirler. İleride sana zarar verecek kuvvetimiz bakîdir! diye bağırdı.
Ebû Sufyân, Umer'e karşı şunları söyledi:
— Bu gün Bedir gününün karşılığıdır. Harb (tâli'i) kuyunun iki kovası gibi, biri iner biri çıkar (bazen siz yenersiniz, bazen de biz). Şimdi siz ölülerinizin içinde işkence ile öldürülmüş kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim, fakat bu bana fena da gelmedi.
Sonra Ebû Sufyân:
— Yüksek ol Hubel, yüksek ol Hubel! diye recez okumaya başladı.
Bunun üzerine Peygamber (S):
— "Ebû Sufyân'a cevâb vermiyecek misiniz?" buyurdu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, ne söyleyelim? diye sordular, Rasûlullah:
— "Allah en yücedir, Allah en uludur! deyiniz" buyurdu. (Sahâbîler böyle cevâb verdiler, bu defa) Ebû Sufyân:
— Muhakkak ki bizim Uzzâ'mız var, sizin Uzzâ'nız yok, dedi. Peygamber, kendi sahâbîlerine:
— "Ebû Suyfân'a cevâb vermiyecek misiniz?" buyurdu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, ne cevâb verelim? diye sordular. Rasûlullah:
— "Allah bizim Mevlâmızdir, hâlbuki sizin mevlânız yoktur! deyiniz" buyurdu.
(Onlar da bu şekilde cevâb verdiler.)Buhari:Cihad:163



Uhudda öldürülen esirler:
Uhud Savaşı esirlerinden yalnız şair Ebu Azze'nin öldürüldü.



HAMRÂÜ'L-ESED SEFERİ:
Uhud Savaşı Sona erer ermez bir gün sonra müşriklerin peşinden Hamrâü'1-Esed e kadar gidilmiştir( Zülhuleyfe'ye giden yolun solunda Medine'ye 8 mil mesafede bir yerdir).Mekkelilerin geri dönüp tekrar Medineye saldıracağı tehlikesi yüzünden yapılmıştır.Çatışma olmamıştır.Öncü gözcüler olarak  gönderilen üç kişiden biri yolda, diğer ikisi ise Mekkelilerce şehit edilmiştir.Oraya gömülmüşlerdir.


Müşriklerin peşinden giden bu kişiler için ayet:
Düşman birliklerini takip edip arkadan sıkıştırmada gevşeklik göstermeyin! Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da tıpkı sizin gibi acı çekiyorlar. Kaldı ki Siz Allah’tan, onların ümit edemeyecekleri birçok şeyleri umuyorsunuz. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.Nisa:104
Kendileri savaşta yara aldıktan sonra ALLAH ve Peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir var­dır." (Âl-i İmrân:172)





ABDULLAH BİN ÜNEYS SERİYYESİ

Süfyan bin Halid isimli lanetli bir kâfirin Allah Resulüne bir baskın vermek üzere bazı kâfirleri topladığı haber alınmıştı. Bu kâfire karşı tek başına Abdullah bin Üneys gönderildi.
İmanın billurlaşmış nurdan abidesi gitti ve sordu:
- Halid oğlu Süfyan sen misin?
- Evet; ya sen kimsin?
- Beni Huzaa'dan Abdullah
- Ne istiyorsun?
- Muhammed'le mücadele için adam topladığını işittim. Aranıza katılmak için geldim.
- Hoş geldin! Gir içimize!..

Kısa bir zamanda dost oldular ve hep beraber gezmeye başladılar. Derken bir gün fırsat elverdi. Tenhalarda dolaştıkları bir sırada Hz. Abdullah şanlı kılıcını çekti ve haykırdı:
- Ey kâfir, ey Allah Resulünün düşmanı! Seninle işbirliğine değil, başını uçurmaya geldim!
Ve kılıcını kâfire havale etti. Kılıç pırıltılı kavisler çizerek indi ve kâfirin kelesini koparıp attı.
Gönlü duru sahabi geceleri yol alıp gündüzleri saklanarak ve dinlenerek tam 18 gün sonra nur beldesi Medine'ye geldi ve Kâinatın Efendisinin huzuruna can attı, kesik başı da getirip önüne koydu:
- Ey Allah'ın Resulü, dedi; İşte düşmanının başı!..

Varlığın sebebi olan Cenab-ı Peygamber'in Abdullah'a duası:
- Yüzü ak olsun!..


EBU SELEME VE KATAN SERİYYESİ:
Uhud günü kahramanca çarpışan Ebû Seleme (r.a.) birkaç yerinden derin yaralar almıştı. Tedavi edilir gibi olmuş ise de tam kapanmamıştı. Fakat o bu haliyle bile Beni Esed kabilesi tarafına gönderilen seriyyeye komutan tayin edildi. Katan seferi diye anılan bu seriyye zaferle Medine’ye döndü. Bu seferden sonra Ebû Seleme’nin yaraları tekrar deşilmeğe, açılmağa başladı. Yatağa düştü. Rahatsızlığı beş ay kadar devam etti. Ölünce, eşi Ümmü Seleme ile Peygamberimiz evlendi.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Uhud'daki başarısızlıktan ümitlenen Benû Esed'den olan Tuleyha ve kardeşi Seleme İbn-i Huveylid'in Medine'ye saldırı için hazırlandığını haber aldı. Yüz elli kişilik birlikle Hazreti Ebû Seleme'yi onların üzerine gönderdi. Katan'da onları dağıtan Hazreti Ebû Seleme (radıyallahu anh), elde edilen büyük miktarda ganimetle yirmi dokuz gün sonra Medine'ye geri döndü.[ Vâkıdî, Meğâzî 258; İbn-i Sa'd, Tabakât 2/38, 8/69]Not:   Bir müşrik ölmüş bir Müslüman şehit olmuştur.


RECİ OLAYI - ASIM VE ARILAR: 6 + 2 +2 :10 ŞEHİT


Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (Uhud'dan döndüğü zaman) on kişilik bir topluluğu keşif kolu seriyyesi olarak gönderdi ve bun­lar üzerine Âsim ibn Sabit el-Ensârî'yi kumandan yaptı. Bunlar gittiler, nihayet Mekke ile Usfân arasında bir yer olan el-Hed'e mevkiine vardıkları zaman Huzeyl kabilesinden Lihyân oğulları denilen aşiret halkına, bunların gel­diği zikredildi. Bunun üzerine bu seriyyeye doğru hepsi güzel atıcı ikiyüze yakın bir topluluk etrafa dağıldılar ve seriyyedekilerin izleri­ni ta'kîb ettiler.
Ve seriyyeyi kıstırdılar.

Bu sırada kâfirler müslümânlara oklar attılar ve on kişiden altısıyle birlikte Âsım'ı öldürdüler. Geri kalan üç kişilik grup, o ahd ve mîsâk ile kâfirlere indiler. Bu üçten biri Hubeyb ibn Adiyy el-Ensârî el-Evsîdir. İkisi de îbnu Desine Zeyd ibn Muâviye el-Ensârî ve diğer bir adamdır -ki o, Abdullah ibn Tarık'tır-.

Kâfirler hemen Abdullahı çekip sürüklediler ve kendileriyle beraber ol­maya yânî gelmeye zorladılar. Abdullah onlarla gitmeyi kabul etmeyip dayattı. Bunun üzerine onu öldürdüler. Akabinde Hubeyb ile İbnu Desine'yi götürdüler. Nihayet bu ikisini Bedir vak'asının ardından Mekke'de sattılar. Hubeyb'i el-Hâris ibn Âmir ibn NevfeHbn Abd Menâf oğullan satın aldı. Hubeyb, Bedir günü Haris ibn Âmir'i öl­dürmüştü. Hubeyb onların yanında bir süre esîr olarak kaldı.

Hubeybi esir tutan Kadın dedi ki: Ben onu, çocuğumu kendi uyluğu üzerinde kucağına oturtmuş, ustura da elinde iken bul­dum. Ben çok korktum. Hubeyb bu korkumu yüzümden anladı da:
— Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? Ben böyle hainlik yapacak değilim, dedi.

Kadın dedi ki: Vallahi bu Hubeyb kadar hayırlı hiçbir esîr gör­medim. Allah'a yeminle söylüyorum: Ben bir- gün onu, kendisi de­mir bağlar içinde bağlanmış olduğu ve o zaman Mekke'de bu meyve­den hiç bulunmadığı hâlde elinde bir üzüm salkımı tutmuş da onu yer­ken bulmuşumdur.

Ve yine kadın: Şübhesiz bu, Allah tarafından bir rızktır ki, Al­lah onu Hubeyb'e rızk yapmıştı, demiştir.

Onlar Hubeyb'i Hıll'de öldürmek için Harem'den dışarı çıkardık­ları zaman Hubeyb onlara hitaben:
— Beni serbest bırakın da iki rek'at namaz kılayım, dedi. Onlar kendisini serbest bıraktılar, o da iki rek'at namaz kıldı.
Sonra:
— Eğer bende ölüm korkusu olduğunu sanmanız olmasaydı, ben bu namazı elbette daha uzun kılardım. Yâ Allah, onlardan kimseyi bırakma, hepsini helak eyle! diye beddua etti.

Akabinde İbnu'l-Hâris onu öldürdü. İşte böylece Hubeyb, bağ­lanarak öldürülen her müslümânın ölümü sırasında iki rek'at namaz kılma sünnetini kaanûnlaştıran kimse oldu.

Seriyye kumandam Âsim ibn Sâbit'in vurulduğu gün yaptığı du­asını da Allah kabul buyurdu da Peygamber (S) sahâbîlerine, onla­rın haberini ve vurulup öldürüldüklerini haber verdi. Kureyş kâfirle­rinden birtakım insanlar, Âsım'm öldürülmüş olduğu kendilerine ha­ber verildiği zaman, Âsım'ın cesedinden öldürüldüğünün bilineceği herhangi bir parça getirmeleri için, Âsım'ın cesedine elçi yolladılar. Çünkü Âsim, Bedir günü onların büyüklerinden birisini öldürmüş­tü. Bu sırada Âsım'ın cesedi üzerine Allah tarafından bal anların­dan gölge edici bir bulut gönderildi de, o bulut cesedi onların elçisinden korudu. Artık onun etinden herhangi birşey kesmeye güçleri yetme­di.Buhari,cihad:169,Buhari,Megazi:10
Bknz: Cesetlerini arıların koruduğu sahabe :Asım bin Sabit
http://muhammedin.blogspot.com.tr/p/sahabe-tumu.html

Bİ'R-İ MÂUNE OLAYI - 40 VEYA 70 ŞEHİT
Amiroğulları yurdu ile Süleymoğulları yurdu arasında bulunan Maune kuyusunun yakınında ashabdan yetmiş eğitici ve tebliğcinin şehit edildiği olay.






























Kayitlarda tarihi arkeolojik bir alan olarak gecen ve bir kismi tel orgulerle cevrili bu alan gunumuzde "Birkat Ma'den Beni Suleym'' olarak bilinmekte ve Derbi Zubeyde guzergahi uzerinde bulunmaktadir. ayni zamanda altin madeniyle unlu Mahd Kasabasinin kuzeyinde bulunmaktadir.







Hicret'in dördüncü yılında Uhud savaşından dört ay sonra Necid Reisi Ebû Berâ' Medine'ye geldi. Hz. Peygamber (s.a.s.)'den kendi kavmini irşad etmeleri için mürşidler istedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) durumdan şüphelendi: "Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından endişe ederim" buyurdu. Ebû Berâ': "Onları ben himayeme aldıktan sonra Necid halkından hiç biri dokunamaz" diye teminat verdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) Ebû Berâ'nın yeğeni Âmir b. Tufeyl'e bir mektup yazdı. Amir, amcası adına kavmini idare ediyordu. Daha sonra Resulullah (s.a.s.) Münzir b. Amr başkanlığında ashabından yetmiş kişilik bir heyet gönderdi. Bunlar ashab-ı suffeden olup kurra idiler.

Heyet, Bi'r-i Mâune'ye varınca korkunç bir ihanetle karşılaştılar. Amir b.Tufeyl, Hz. Peygamber. (s.a.s.)'in göndermiş olduğu mektubu bile okumadan mürşidlerin etrafını büyük bir ordu ile kuşatmıştı. Kendi kabîlesi, Ebî Berâ'nın himayesine aldığı mürşidleri öldürmek istemediğinden, başka kabîlelerden kuvvet toplamıştı. Müslümanlar kuşatıldıklarını anlayınca kılıca sarıldılar ve: "Biz, Resulullah (s.a.s.)'in gönderdiği mürşidleriz. Sizinle hiç bir ilgimiz yok" dedilerse de söz anlatamadılar. Mürşidler: "Allah'ım! Resulü'ne durumumuzu haber verecek senden başkasını bulamıyoruz, selamımızı ona sen ulaştır. Allah'ım! Rasülün vasıtasıyla kavmimize haber ver ki; biz Rabbimiz'e kavuştuk. Rabbimiz bizden hoşnud oldu ve bizi de hoşnud kıldı." diyerek hallerini Allah'a arzetmişler ve insafsız düşman kılıçlarıyla Rablerine kavuşmuşlardır. Allah bu sevgili kullarının isteklerini yerine getirerek vahiy meleği Cebrail'i Hz. Peygamber (s.a.s.)'e göndermiştir. Cebrail: "Onlar Rab'lerine kavuştu. Rab'leri onlardan hoşnut oldu ve kendilerini de hoşnut kıldı." diye durumu Hz. Peygambere bildirmiştir.


Rasûlullah (s.a.s.) durumdan haberdar olunca çok üzüldü. Hemen bir hutbe irade ederek olayı ashabına bildirdi. Allah'a hamd-u senâ'dan sonra şöyle dedi: "Kardeşleriniz müşrikler tarafından kuşatılıp şehit edildiler. Hiç biri sağ bırakılmadı. Onlar Allah'dan hoşnut oldular, Allah da onlardan hoşnut oldu. "

Peygamber Efendimiz, ashabına bu haberi iletirken irşad heyetinde bulunan sahabelerin birkaçı müstesna diğerleri hain düşman mızraklarıyla delik deşik edilmiş ve şehit olmuşlardı. Kurtulan sahabelerden ikisi deve gütmeye gitmiş­lerdi, biri ise öldü diye şehitler arasında terk edilmişti. Develeri güden iki sa­habe, bir müd­det sonra Bi’r-i Maûna mevkiine dönünce dehşetli manzarayla ür­per­diler. Bu ciğer parçalayıcı sahne karşısında gözyaşı döktüler. Ken­dine hâ­kim olamayan biri, müşriklerin arkasına takıldı ve şehit oluncaya kadar ken­di­le­riyle çarpıştı. Diğeri ise esir alındı, an­cak sonradan serbest bırakıldı. Şehitler ara­sında öldü diye terk edi­len Ka’b b. Zeyd Hazretleri ise, müşrikler ayrıldık­tan sonra, çıkıp Medine’ye geldi.
Rasûlullah (s.a.s.) kendisine bu acı haberin ulaştığı gece sabah namazının ikinci rekatında rukûdan doğrulunca:

"Allah'ım! Onların durumlarını sana havale ediyorum. Ey Allah'ım! Onların yıllarını Yusuf Peygamber'in kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına darlık getir. " diye beddua etmiş ve buna beş vakit namazlarında bir ay müddetle devam etmişti. Cemaatin de arkasında "âmîn" dediği Rasûlullah (s.a.s.)'in bu duası kabul olmuştur.


Not:

İçlerinden yalnız sakat olan Ka'b ibn Zeyd, öldü sanılarak yerinde bırakılmış. Lâkin bu zât ondan sonra yaşamış ve Hendek'te bir ok isâbetiyle şehîd olmuş­tur. Amr ibn Umeyye ed-Damrî de düşmanların ellerine esîr düşüp sonra da âzâd edilmiştir.


BENİ NADİR OĞULLARININ KUŞATILMALARI VE SÜRÜLMELERİ :


Bi’rimaûne Faciasından sağ kurtulan Amr b. Ümeyye ed-Damrî Medine’ye dönerken yolda saldırıyı düzenelyen Benî Âmir b. Sa‘saa kabilesinden iki kişiyi şehid arkadaşlarının intikamını almak için gece uyurlarken öldürmüştü. Ancak Amr bu iki kişinin müslüman olup Hz. Peygamber’den eman aldıklarını bilmiyordu. Hz. Peygamber himayesine aldığı insanların öldürülmesine son derece üzüldü ve Amr’ın yanlışlıkla katlettiği iki kişinin diyetini ödeyeceğini bildirdi. Resûl-i Ekrem Medine sözleşmesi gereği Benî Nadîr’den de diyete ortak olmalarını istemek üzere Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali ile birlikte yanlarına gitti. Nadîroğulları kendilerini iyi karşılamakla birlikte oturdukları yerin damından taş yuvarlamak suretiyle onları öldürmeye teşebbüs ettiler. Durumu farkeden Hz. Peygamber beraberindekilerle birlikte oradan ayrılarak şehre döndü. Benî Nadir yahudilerinin Kureyş’ten aldıkları teklif üzerine Hz. Peygambere başka suikast planları yaptıkları da nakledilmektedir. Benî Nadîr’in bu teşebbüsleriyle Medine antlaşmasını bozmuş olmaları neticesinde Hz. Peygamber haber göndererek on gün içinde şehri terk etmelerini istedi.


Nadîroğulları Medine’yi terk etmek üzere hazırlıklara başlamışken Abdullah b. Übey kendilerine yardımcı olacağını söyleyerek onları vazgeçirdi. Bunun üzerine Resûlullah onları muhasara ederek antlaşmaya davet etti (Rebîülevvel 4/Ağustos 625). Önceleri direnmeye karar veren yahudiler on beş gün süren kuşatmadan sonra götürebilecekleri mallarıyla birlikte kadın ve çocuklarını da yanlarına alarak 600 deve yükü ile kafile halinde Medine’yi terketmeye razı oldular. Bir kısmı Hayber’e bir kısmı da Suriye’ye gidip Ezriât’a yerleşti.




BENİ KUREYZA YAHUDİLERİ İLE SAVAŞ:
Peygamber üçbin asker, otuzaltı süvârî ile beşinci hicret yılı Zu'1-ka'desinin yirmi ikisinde hareket edip Kurayza Yahûdîleri'ni yirmi küsur gün muhasara etti.


Peygamber (S) Hendek har­binden (Medine'deki evine) dönüp geldiğinde, silâhını çıkarıp yerine koymuş ve yıkanmıştı. Bu sırada Cibril aleyhi'sselâm Peygamber'e geldi de:
— Sen silâhını çıkarmışsın! Vallahi biz melekler henüz silâhları­mızı çıkarmadık. Haydi onlara doğru yola çık! dedi.
Peygamber:
— "Nereye doğru çıkıyoruz?" diye sordu. Cibril, Kurayza oğullan yurdunu işaret ederek:
— İşte şuraya! dedi.
Bunun üzerine Peygamber, Kurayza oğulları'na doğru hareket etti.Buhari,Megazi:32

Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Kurayza oğul­ları, Sa'd ibn Muâz'ın hükmüne razı olup kalelerinden inince, Rasû-lullah Sa'd'a haberci gönderdi. Sa'd, Peygamber'e yakın bir yerde bulunuyordu. Akabinde bir eşek üzerinde geldi. Sa'd yaklaşınca Ra-sûlullah (S):
— "Seyyidinize ayağa kalkınız!" buyurdu.
Sa'd geldi ve Rasûlullah'ın yanma oturdu. Rasûlullah, Sa'd'a:
— "Bunlar senin hükmüne razı oldular" buyurdu. Sa'd:
— Ben bunların harb eden taifesinin öldürülmesine, kadınları ve çocuklarının esîr edilmesine hükmediyorum, dedi.
Rasûlullah:
— "Yemîn ederim ki, sen onlar hakkında muhakkak Mutlak Me­lik olan Allah'ın hükmüne uygun hüküm verdin" buyurdu.Buhari:Cihad:163


Not: 

İbn İshâk'ın rivayetine göre Sa'd ibn Muâz'ın hükmü yerine getirilmek üzere hendekler kazılmış, buralara birer birer getirilip hüküm infaz edilmiştir. İbn İshâk bu mücrimlerin altıyüz kişi olduklarını rivayet etmiştir. Tirmizî, Nesâî ve İbn Hıbbân'm sahîh isnâd  rivayetlerine göre bunlar dörtyüz kişidir. Kadın­ları ve çocukları da esîr edilmiştir. Kurayza oğulları da Sa'd İbn Muâz'ın verdi­ği hükmün Tevrat hükmüne uygun olduğunu i'tirâf etmişlerdir. Zamanımız kaanûnlarına göre de hüküm böyledir: Vatana ihanet eden, düşmanla birleşe­rek vatanlarına karşı silâh kullanan kişinin cezası îdâmdır.

Benû Kurayza Yahudileri Sa'd ibn Muâz'm hakemlik etmesini İstediler. Sa'd da onlara kendi inandıkları Tevrat'ın "tesniye bâbı"ndaki ilgili hükmü verdi: "Savaş için bir şehre vardığında önce sulh iste. Olumlu cevâb verip kapılarım açarlarsa orada bulunan bütün halk senin emrindedir ve hepsi senin kölendir. Eğer şehir teslim olmaz, üstelik seninle savaşa kalkışırlarsa önce muhasara et, eğer Allah Rab şehri sana verirse oradaki bütün erkeklerin kılıçla boyunlarım vur. Oradaki kadınlar, çocuklar ve hayvanlar ve şehirde ganimet olabilecek ne varsa senindir. Allah Rabb'in sana verdiği düşman ganimetini yersin" (Tesni­ye, 10-15).


Öldürülmeyen esirler:
Hz. Peygamber (s.a) , Kurayza Oğulları esirlerinden Zübeyr bin Bata ve Amr bin Sa'd'ın da hayatlarını bağışladı. Zübeyr'in hayatını bağışlamasının sebebi, cahiliye döneminde, Buas Savaşı sırasında onun, Ensardan Sabit bin Kays'ı himaye ederek koruması idi. Hz. Peygamber (s.a) , Hz. Sabit'e yaptığı iyiliğe karşılık olarak Zübeyr'i serbest bıraktı.

Amr bin Sa'd'ı ise, Kurayza Oğulları Hz. Peygamber'le (s.a) yaptıkları anlaşmayı bozdukları zaman, kabilesini gaddarlıktan menetmeye çalışmasına karşılık olarak serbest bıraktı. (Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Emval.)


Öldürülen tek kadın:
Bir tek kadın dışında hiç kadın öldürülmedi. O kadın ise Suveyd b. Sâmit'in başına değirmen taşını atmış ve onu öldürmüştü.(Bu da kısas için yapılmış olmalı)

Kaynaklar:
(İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 3/168-173)
(İbn Hişâm es-Sîre, 2/240. )


Not 2:
Bazı tarihçiler yukarıdaki anlatımlara karşı çıkarlar.Delil olarak da Hendek savaşının ve sonrasının anlatıldığı Ahzab suresi 26. ayeti göstererek böyle bir katliamın yaşanmadığını bu olayların başka bir olay olduğunu belirtirler:
"Olayın MS. 73 yılında Küdüs’de isyan çıkaran Zelotlara yönelik Roma katliamının tıpkısının aynısı olduğu, sayıların (960) bile aynı olduğu, daha sonra Kurayza oğullarının torunları tarafından sanki Medine’de yaşanmış gibi anlatıldığı, Kur’an’da geçmeyen bu olayın peygamberin ölümünden 145 yıl sonra ölen tarihçi İbn Ishak tarafından ilk olarak kitabına alındığı, İbn İshak’ın İmam Malik ve İbn Hacer gibi “Sünni” alimler tarafından bile ağır bir şekilde eleştirildiği, bu olayı araştırmadan kitabına aldığı için “sahtekar”,”yalancı” diye suçlandığı, Kurayza oğullarının torunlarından dinlediği, önceki yüzyıllara ait yalan yanlış rivayetleri kitabına alarak, İslam dünyasında yüzlerce yıl sürecek bir yanlış anlamaya kaynaklık ettiği ve oradan diğer kaynaklara geçtiği aşağıdaki makalede ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor…"



Ahzab 25- Allah, inkar edenleri kin ve öfkeleriyle geri çevirdi (hendek savaşında), onlar hiçbir hayra varamadılar. Savaşta Allah (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü’minlere yetti. Allah çok güçlüdür, üstün ve galib olandır.

26- Kitap Ehlinden onlara arka çıkanları(kureyza oğulları ) da kalelerinden indirdi ve onların kalplerine korku düşürdü. Siz (onlardan) bir kısmını öldürüyordunuz, bir kısmını ise esir alıyordunuz.

27- Ve sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve daha ayak basmadığınız bir yere mirasçı kıldı. Allah, herşeye güç yetirendir.
PEYGAMBERE YAPILAN BÜYÜ

Hudeybiye antlaşmasından sonra Rasulullah (s.a) Medine'ye döndü. Hicri 7'de, Muharrem ayında Hayber Yahudilerine Medine'den bir heyet gitti. Heyet oradaki meşhur sihirbaz Lübeyd b. Asım ile görüştü. Bu kişi bir Ensar kabilesi olan Ben-i Züreyk'tendi. Heyet Lübeyd'e şöyle dedi: "Muhammed bize ne yaptı, biliyor musun? Pekçok kere O'na sihir yapmaya çalıştık ama başaramadık. Şimdi sana geldik. Çünkü sen bizden daha büyük sihirbazsın. Şu üç altını kabul et ve Muhammed'e kuvvetli bir sihir yap.!" O dönemde Rasulullah (asv)'a Yahudi bir çocuk hizmet ediyordu. Onlar bu çocuk aracılığıyla Rasulullah (asv)'ın tarağını ve saç tellerini ele geçirdiler. Lübeyd, bu saç tellerini ve tarağı kullanarak Rasulullah (asv)'a sihir yaptı.

Bazı rivayetlere göre sihirbaz Lübeyd b. Asım'dı. Bazılarına göre onun kızkardeşleri daha büyük sihirbazdı. Bu nedenle Lübeyd, sihri onlara yaptırmıştı. Her halukarda sihir yapılmış ve hurmadan bir kılıf içine yerleştirilmişti. Lübeyd, bu sihri, Beni Züreyk'a ait olan Zervan veya Zî-ervan isimli kuyunun içine bir taşın altına sıkıştırmıştı. Sihrin Rasulullah (asv)'a tesir etmesi bir yıl almıştı. Senenin ikinci yarısında Rasulullah (asv)'ın mizacında bir değişiklik görülmeye başlandı. Son kırk gün şiddeti arttı. Son üç gün ise çok şiddetlendi. Ama en büyük tesiri Rasulullah (asv)'ın içinde büyük bir sıkıntı hissetmesi şeklinde oluyordu. Bazen yapmadığı bir işi yaptığını zannediyordu. Hanımlarını ziyaret etmeyi düşündüğü halde ziyaret ettiğini sanıyordu. Bazan da gördüğü bir şeyden şüphe ediyordu. Bir şeyi gördüğünü zannediyor, oysa görmemiş olduğunu hatırlamıyordu. Ama bu sihir O'nun sadece zatına mahsustu. Hatta başkaları O'nun bu durumunu farketmemişlerdi bile. Nübüvvet görevini ifa bakımından O'na (a.s.v) hiçbir halel gelmemiştir. O dönemde Rasulullah (asv)'ın bir ayeti unuttuğu ya da yanlış okuduğuna dair hiçbir rivayet gelmemiştir. Sohbet, vaaz ve hutbelerinde aykırı bir talimat verdiğine dair de bir rivayet yoktur. Hakkında vahiy olmayan bir konuda vahiy ileri sürdüğüne rastlanmamıştır.

Peygambere bu durumun haber verildiği Buhari:dua,57 de şöyle geçmektedir:

"İki kişi (yani melekler iki insan şeklinde) bana geldi. Birisi başımın, diğeri ayaklarımın tarafında durdu. Birincisi diğerine sordu. O'na ne oldu? Öbürü cevap verdi: Buna sihir yapılmış. Birincisi sordu:O'na kim sihir yaptı? Öbürü cevap verdi: Lübeyd b. Asım. Birincisi sordu: ne içinde? öbürü cevap verdi: Tarak ve saçlar bir erkek hurma içinde. Birincisi sordu: o nerede? Öbürü cevap verdi: Beni Züreyk'in kuyusu Zervan (veya Zî-ervan) içinde, bir taşın altında. Birincisi sordu: Ne yapmalı? öbürü cevap verdi: Kuyunun suyunu boşaltarak onu taşın altından çıkarmalı."

Rasulullah (asv); Hz. Ali (ra), Ammar b. Yasir ve Zübeyr'i gönderdi. Onlarla birlikte Cübeyr b. Iyaz el-Zurkî'yi ve Kays b. Muhsin el-Zurkî'yi de gönderdi. (Yani Beni Züreyk'in iki mensubunu da gönderdi.) Rasulullah (asv) daha sonra kendisi de birkaç ashabla oraya geldi. Kuyunun suyu boşaltılarak taşın altındaki kılıf çıkarıldı. Kılıfın içinde tarak ve saçlarla birlikte, bir ip üzerinde onbir düğüm ve mumdan bir putçuk buldular. Bu putçuğun üzerine de iğneler batırılmıştı.

Cebrail (as) gelerek Rasulullah (asv)'a "Muavvizeteyn'i oku"dedi. Rasulullah (asv)'ın her ayeti okuyuşunda bir düğüm çözülüyor, putçuk üzerindeki iğnelerden bir tanesi de çıkıyordu. Son ayete gelindiğinde düğümler çözülmüş ve iğneler çıkmıştı. Rasulullah (asv) sihrin tesirinden kurtulduğu için, kendisini bağlardan kurtulmuş gibi hissetti. Daha sonra Lübeyd'i çağırarak sorguya çekti. Lübeyd suçunu itiraf etti. Rasululllah (asv) da onu serbest bıraktı. Çünkü kendi kişisel meselesi için kimseden intikam almazdı. Ayrıca olayı duyanlar Lübeyd'i öldürmesinler diye çevresindekilere bu olayı yaymamalarını tenbih etti.



ŞEHİTLERİ KURTARMA OPERASYONU:

Reci'de yaklaşık 40 gün asılı duran Hubeyb’in cesedini çalıp getirmek için Peygamber tarafından , istekleri üzerine Zübeyr Bin Avvam ve Mikdat Bin Esved görevlendirildi.Gizlice şehitleri asılı bulundukları yerden alıp Mekke'ye kaçırdılar.

ZATUR RIKA SEFERİ:

15 gün kadar sürmüştür.Enmâr ve Sa'lebe kabileleri Medine'ye taarruza karar vermişlerdi ki, hâdiseden haberdar olan Allah Resûlü, yanına aldığı 400 kişiyle Zâtü'r-Rikâ' denilen yere geldi. Ancak Enmâr ve Sa'lebe kabileleri, Müslümanların geldiğini duyunca kaçıp inlerine sığınmışlardı.. dolayısıyla da harp olmamıştı.[İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-kübrâ, 2/61.] Ancak bu da Müslümanlar adına zafer hanesine işlenen gazalardan biriydi.

Bu seferde Ebu Zer peygamberin yerine vekil kalmıştır.Bir rivayete göre Osman'dır.

BEDRÜ’l-MEV‘İD :(KÜÇÜK BEDİR) (Bedri Ahir)


Uhud Gazvesi sonunda Ebû Süfyân savaş meydanından ayrılmadan önce müslümanlarla bir yıl sonra Bedir’de tekrar karşılaşmak istediklerini tehditkâr bir ifade ile söylemiş, Hz. Peygamber de bu teklifi kabul ettiğini Ömer’in gür sesiyle Ebû Süfyân’a duyurmuştu.
Hicretin 4. yılında bu savaşa hazırlanma vakti geldiği halde Ebû Süfyân, şiddetli kuraklık sebebiyle yiyecek kıtlığını bahane ederek savaşa gitmek istemedi ve o sırada Mekke’ye gelmiş olan Nuaym b. Mes‘ûd el-Eşcaî’ye müslümanları Bedir’e gitmekten vazgeçirmesi halinde yirmi deve vereceğini vaad etti. Bunun üzerine derhal Medine’ye dönen Nuaym müslümanları bu seferden vazgeçirmek için Kureyşliler’in yoğun savaş hazırlıkları içinde olduklarını mübalağalı bir şekilde anlatmaya başladı. Münafıklar tarafından da desteklenen Nuaym b. Mes‘ûd’un propagandası önceleri etkili oldu bazıları savaştan çekindiler.

 Ebû Bekir ile Ömer Hz. Peygamber’le konuşarak Bedir’e gidilmesi gerektiğini ifade ettiler. Hz. Peygamber’in ashabı toplayıp hiç kimse katılmasa bile tek başına Bedir’e gideceğini söylemesi üzerine sahâbîler derhal savaş hazırlığına başladılar. Medine’de Abdullah b. Revâha’yı (veya Abdullah b. Abdullah b. Übey) vekil bırakan Hz. Peygamber sancağı Ali’ye verdi; on süvari ve 1500 piyade ile 1 Zilkade’de (4 Nisan 626) Bedir’e vardı. Söz verip de gitmemeyi gururlarına yediremeyen Kureyşliler de Ebû Süfyân kumandasında elli süvari ve 2000 piyade ile Mekke’den ayrıldılar. Ancak Ebû Süfyân yolda Nuaym b. Mes‘ûd’un başarılı olamadığını ve müslümanların Bedir’e ulaştıklarını öğrenince yiyeceklerinin azlığını bahane ederek Usfân’dan geri döndü. Bunun üzerine Mekke’de kalmış olan Kureyşliler onlarla alay ederek yiyecek endişesiyle geri döndükleri için kendilerine “ceyşü’s-sevîk” (kavut ordusu) adını taktılar. Kureyş ordusunun Bedir’e gelmemesi üzerine Hz. Peygamber, yanlarında getirdikleri ticaret mallarını satmaları için müslümanlara izin verdi ve on altı gün sonra Medine’ye döndü.(İbni Sa'd, Tabakât 2:59; Taberî, 3:41)




DÛMETÜLCENDEL GAZVESİ:


Hz. Peygamber döneminde Dûmetülcendel’e üç askerî sefer düzenlendiği kaydedilmektedir. Bunların ilki, 5. yılın Rebîülevvel ayında (Ağustos 626) bizzat Hz. Peygamber’in kumandasında yapılmıştır. Bu seferin sebebi, Dûmetülcendel’in hıristiyan hâkimi Ükeydir b. Abdülmelik’in bölgeden geçen Medine kervanlarına saldırması idi. Hz. Peygamber Fezâre ve Gatafân kabilelerine ait topraklardan geçerken bunların Mekkeli müşriklerle beraber Medine’ye saldırı düzenleme hazırlığı içinde olduklarını haber almış ve süratle geri dönmüştür.


( İkinci sefer, 6. yılın Şâban ayında (Aralık 627-Ocak 628) Abdurrahman b. Avf kumandasında gerçekleştirilmiştir. Bu seferin sonunda hıristiyan Kelb kabilesi reisi Asbağ b. Amr el-Kelbî ve kabilesinden bazı kişiler müslüman olmuşlardır. Üçüncü sefer ise Tebük Gazvesi münasebetiyle yapılmıştır. Hz. Peygamber 9 (630) yılında Tebük’ten Hâlid b. Velîd kumandasında 400 kişilik bir askerî birliği Dûmetülcendel’e gönderdi. Hâlid Dûmetülcendel’deki kaleyi ele geçirdi ve Ükeydir’i esir alarak Medine’ye götürdü. Hz. Peygamber Ükeydir ile cizye ödemesi şartıyla bir antlaşma yapmış ve onun memleketine dönmesine izin vermiştir. )

Not: Peygamber komutasında 1000 kişilik bir ordu ile yapıldı. Kudaa ve Gassan kabilelerinin Medine'ye saldırı yapmak için hazırlık yaptığına yönelik haber alınmasıyla yol çıkıldı ama bir ordu ile karşılaşılmadı, bunun yerine kaçan düşmana ait deve, sığır ganimet alındı gazve de çatışmasız nihayete erdi şeklinde bilgiler de var.



MÜREYSİ ( BENİ MUSTALIK) GAZVESİ:

Mustalıkoğulları reisi Haris b. Ebî Dirâr'm, kavmi arasında dolaşarak onları ve Araplardan söz geçirebildiklerini Rasûlullah'la (s.a.) sa­vaşmak üzere davet ettiği haberi ulaştı.  
Müslümanlar Müreysi kuyusuna varınca Müşrikler kaçtılar  bozguna uğradı, öl­dürülenler öldürüldü. Hz. Peygamber (s.a.) düşmanın kadın ve çocuklarını esir aldı, deve ve koyun sürülerini ele geçirdi. Bir kişi dışında müslümanlardan kimse öldürülmedi. 

Bu savaşta 4 önemli olay oldu:

1.İfk hadisesi:Ayşe'ye iftira olayı

2.Teyemmüm ayeti: Peygamberin yanında Hz. Âişe ile Ümmü Seleme (r.anhüma) de vardı. Bu gazada Hz. Âişe'ye ait bir gerdanlık düştü de onu ara­maya koyuldular. Neticede teyemmüm âyeti nazil oldu. 
Not: Ayetin bu seferde inip inmediği şüpheli.Çünkü:
Âişe  : Benim gerdanlık meselemden dolayı olanlar olduktan, ifk ehli dediklerini de­dikten sonra Rasûlullah (s.a.) ile birlikte bir başka gazaya daha çıktım. Yine gerdanlığım düştü. Onu aramak için herkes yolundan kaldı. ALLAH'ın dilediği bir zamanda Ebu Bekir'le karşılaştım. Bana: "Kızım! Her seferde âlemin ba­şına sıkıntı ve belâ oluyorsun. Hiç kimsenin yanında su yok." dedi. Bunun üzerine ALLAH, teyemmüme ruhsat veren âyeti indirdi.


3.Cüveyri ile evlenme: Kabile reisi Hâris'in kızı Cüveyriye de esir almanlar arasındaydı. Sabit b. Kays'ın payına düşmüş, Sabit de kendisiyle kölelik sözleşmesi yapmıştı. Hz. Peygamber (s.a.), onun kölelikten kurtulmasıjçin gereken parayı ödedi ve onunla evlendi. Müslümanlar bu evlilik sebebiyle, "Onlar, ALLAH Rasûlü'-nün s.a.) hısımlandır." diyerek Mustalıkoğullarmdan yüz esir köleyi azad edip serbest bıraktılar.

4.Münafıklar ile ilgili olay ve ayet:
Biz bir gazada bulunuyorduk. Muhacirlerden bir kişi bir ensarinin kıçına vurdu. Ensari "Ey Ensarlar!"diye bağırdı. Muhacir olan kişi de "Ey muhacirler"diye bağırdı. Resûlullah bu sözü işitti ve "Yine cahiliye davasını yenilemek mi istiyor sunuz?"dedi. Onlar "Ey Allah'ın Resûlü! Muhacirlerden bir kişi ensardan bir kişinin kıçına vurdu"dediler. Hz. Peygamber "Bu cahiliye davasını bırakınız. Bu murdar bir şeydir"diyerek olayın büyümesini engelledi. Bunu, Abdullah b. Ubey duydu ve "Demek muhacirler böyle yaptı? Hele bir Medine'ye dönelim, andolsun, güçlü ve şerefli olan, hor ve zelil olanı oradan çıkaracaktır"dedi. Bu söz Hz. Peygamberin kulağına gelince Hz. Ömer "Ey Allah'ın Resûlü! Bırak da bu münafığın boynunu vurayım!"dedi. Hz. Peygamber "Onun yakasını bırak. Halk, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor demesinler"dedi. O sırada ensar sayıca muhacirlerden fazlaydı. Sonra muhacirler ensardan daha fazla oldu.[İbn Kesir Tefsiri, IV/370 (Buharî'den)]




KURATA SEFERİ  VE  SUMÂME İBN USÂL'İN TUTSAK EDİLMESİ  :

Hicretin 6. senesi, Muharrem ayı. Bu tarihte, Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Ashabdan Muhammed bin Mesleme Hazretlerinin kumandasında otuz kişilik bir süvari birliğini Necid diyarında bulunan Bekir bin Kilâboğulları üzerine gönderdi.

Mücahidler, bu kabileye ait Şerebbe mevkiine vardıklarında Benî Muharipten bir toplulukla karşılaştılar. Aralarında bir çatışma vuku buldu. Muhariboğullarından bazıları öldürüldü. Sağ kalanlar ise kaçtılar. Mücahidler, onların geride kalan çoluk çocuklarına ise dokunmadılar.
Daha sonra mücahidler Benî Bekirlerin bulunduğu yere kadar ilerlediler. Âniden baskında bulunarak on kadar adamlarını öldürdüler. Bir kısım davar ve develerini de ganimet olarak aldılar. Muhariplerle Benî Bekirlerden alınan ganimet mallar, yüz elli deve ile üç bin davarı buluyordu. Birlik kumandanı Muhammed bin Mesleme (r.a.) bunların beşte birini Peygamber Efendimiz için ayırdı. Geri kalanını ise mücahidlere bölüştürdü.

Mücahidler Medine'ye dönerken yolda Benî Hanife Kabilesinden Sümâme bin Üsal'i yakaladılar. Sümâme Mekke'ye umre yapmaya gidiyordu. Müslüman süvari birliği, Muharrem ayının son gecesinde Medine'ye döndü.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:78.)



SUMÂME İBN USÂL'İN TUTSAK EDİLMESİ :     


Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Necd tarafına bir süvârî müfrezesi gönderdi. Bu müfreze Benû Hanîfe ka­bilesinden Sumâme ibn Usâl denilen bir kişiyi esîr edip getirdiler ve onu mescidin direklerinden birisine bağladılar. Akabinde Peygam­ber mescide çıktı ve ona:
— "Yâ Sumâme, yanında ne var (gönlünden ne geçiriyorsun ve benden ne umuyorsun)?" buyurdu.

Sumâme:
— Gönlümde hayır (ümîdi) var yâ Muhammed! (Çünkü Sen zul-metmezsin; ihsan ve in'âm edersin.) Eğer Sen beni öldürürsen, kanlı bir cânîyi öldürmüş olursun. Eğer bana in'âm edersen ni'mete karşı şükredici bir kişiye in'âm etmiş olursun. Eğer (kurtuluş fidyem için) mal istersen, ne kadar dilersen işte malım, dedi.

Bu konuşmadan sonra Sumâme bağlı olarak bırakıldı. Nihayet ertesi gün oldu, sonra Peygamber yine ona hitaben:
— "Yâ Sumâme, gönlünde ne var; ne umuyorsun?" dedi.
O da:
— Gönlümde dün Sana söylediğim şey vardır. Eğer in'âm eder­sen, ni'mete karşı şükredici bir kimseye in'âm etmiş olursun! dedi.

Peygamber onu o gün de bağlı olarak bıraktı. Nihayet üçüncü gün olunca Peygamber yine:
— "Yâ Sumâme, yanında ne var?" buyurdu.
Sumâme de:
— Yanımda dün Sana söylediğim şey var, dedi.
Peygamber:
— "Sumâme'yi salıveriniz!" buyurdu.
Sumâme bağından salıverilince, hemen mescidin yakınındaki bir suya gitti, yıkandı, sonra mescide girdi müslüman oldu... Buhari,Megazi:72
Not:       Benû Hanîfe, Mekke ile Yemen arasında, Yemâme mıntıkasında ikaamet eden büyük bir kabiledir. Sumâme ibn Usâl de bu kabilenin ileri gelenlerinden bir kimse idi. Sumâme'nin İslâm'ı kabulü, Benû Hanîfe hey'etinin Medine'ye gel­mesinden öncedir. Sumâme, Mekke fethinden önce müslümân olmuştu. Benü Hanîfe hey'etinin Medîne'ye gelişi ise hicretin onuncu yılındadır.



ZEKATI ÖDEMEYEN MUSTALIKOĞULLARINA GÖNDERİLEN SERİYYE

Mücâhid ve Katâde ise : Buna göre Hz. Peygamber (sa), Mustalik oğulları'nın zekâtı vermedikleri (hattâ irtidad ettikleri) haberi kendisine gelince Hâlid ibnu'l-Velîd'i üzerlerine göndermiş ve onlarla savaşmada acele etmemesini, teennî ile hareket edip durumu iyice araştırmasını emretmiş. Hâlid de yola çıkıp geceleyin onlara varmış ve gözcüler gönderip durumlarını öğrenmek istemiş. Gönderdiği gözcüler Mustalik oğullarının İslâm'a sarılmış olduklarını, ezan okuyup namaz kıldıkları haberini getirmişler. Sabah olunca Hâlid, Mustalik oğullarına varıp kendi gözüyle onu hayretlere düşüren durumu görüp dönmüş ve Mustalik oğullarının gerçek haberini Hz. Peygamber (sa)'e iletmiş ve işte bunun üzerine Hucurat:6 ayeti nazil olmuş.

Olay Taberî ve diğer kaynaklarda savaşmayı düşündü, heyet gönderdi şeklinde geçmektedir.

Ey inananlar, buyruktan çıkmış biri, size bir haber getirdi mi doğru, yahut yanlış veya yalan olup olmadığını araştırıp iyice bir anlayın, yoksa bir topluluğa, bilgisizlikle bir kötülükte bulunur da yaptığınıza nâdim oluverirsiniz.Hucurat:6


HENDEK  (AHZAB) SAVAŞI:
Not: Uhud ile Hendek arasında yaklaşık bir yıl vardır.Hendek muhasarası, Vâkidî'ye göre, on dört gün; Mûsâ ibn Ukbe'ye göre yirmi güne yakın sürmüştü.


Bu gazvede Yahûdîler, Mekke müşrik­leri ve diğer büyük Arab kabileleri müslümânlar aleyhine İttifak ederek toplanıp geldikleri için, buna Ahzâb adı da verilmiştir. Bâb başlığındaki unvan da bu gazvenin iki ismi olduğunu göstermektedir.

İbn Sa'd, Hendek gazvesinin ve hendek kazılmasının sebebini şöyle bildi­rir: Peygamber, Yahûdî Benû'n-Nadîr'i yurtlarından sürgün ettiği zaman, bun­ların büyükleri Hayber Yahudileri'nin yanına sığınmışlardı, işte bunlardan yirmi kadar Yahûdî, başlarında Huyey ibn Ahtab olduğu hâlde Mekke'ye giderek Ku-reyş'i tahrik edip, onları birlikte Peygamber üzerine harekete çağırdılar. Sonra Gatafân, Benû Suleym, Benû Esed, Fİzûre, Benû Murre, Eşca' kabilelerini de dolaşarak, Hayber'in senelik hurma mahsûlünün yansını kendilerine vermek va'-diyle bunları da ayaklandırdılar. Bunlarla Kureyş'ten onbin kişilik bir ordu top­landı ve Ebû Sufyân'ın emrinde Medine üzerine yürüdü.

Bu sırada Benû Huzaa'dan bir kişi dört günde Medine'ye yetişip, durumu Peygamber'e bildirdi. Peygamber sahâbîleriyle istişare etti. Savunma harbi ya­pılmasına ve Selmân el-Fârisî'nin teklifi üzerine hendek kazılmasına karar ve­rildi.


Uhud ile Hendek arasında Hamrâu'1-Esed, Ebû Mesleme, Abdullah ibn Uneys, Racf, Maûne Kuyusu, Zâtu'r-Rıka, Bedri Âhire, Devmetu'l-Cendel se-riyyeleri vak'aları vardır

Hadis:
Ensâr Hen­dek günü (toprak kazıp taşırlarken):
—  Bizler yaşadığımız müddetçe dâima cihâd etmek üzere Muhammed'e bey'at edip söz vermiş kişileriz) diyorlardı. Peygamber (S) onlara cevâb vererek:
—  Yâ Rabb! Dirlik ve yaşamak ancak âhiret dirliğidir. Sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e ikram eyle!) buyurdu.Buhari,ens.menkb.8

Ensâr'ın başkanı Sa'd ibn Muâz da bu harbde kol damarından yaralanıp, sonra vefat etmiştir.


BİRİNCİ BENİ MÜRRE SEFERİ :28 şehit

 Medine’ye iki günlük mesafedeki Fedek yakınlarında oturan Benî Mürre kabilesi hicretten sonra Kureyş müşrikleriyle birlikte hareket etmiş ve Hendek Gazvesi’nde müşrik ordusu içerisinde yer almıştı. Hz. Peygamber, Kureyşliler’le beraber hareket etmelerini önlemek amacıyla 7. yılın Şâban ayında (Aralık 628) Beşîr b. Sa‘d kumandasında otuz kişilik bir seriyyeyi Mürreoğulları üzerine gönderdi.
Beşîr, vadilerine çekilmiş olan Mürreoğulları’nın sürülerini ele geçirerek Medine’ye dönmek üzere yola çıktı. Durumu haber alan Mürreoğulları müslüman askerlere yetiştiler. Meydana gelen çatışmada yirmi sekiz müslüman şehid oldu. Sağ kurtulanlardan Ulbe b. Zeyd durumu Resûl-i Ekrem’e bildirdi. Ağır yaralanan ve öldü sanılan Beşîr, Fedek’te bir yahudinin yanında tedavi gördükten sonra Medine’ye geldi.


BENÎ MÜLEVVAH (KEDİD) SEFERİ: 

Resûlullah Aleyhisselam, Kedid´de oturan Benî Mülevvahlar üzerine her taraftan ve birden baskın yapmasını Galib b. Abdullah el-Leysîye emir buyurdu.Benî Mülevvahlar üzerine gönderilen birliğin mevcudu 19 kişi kadardı.

Benî Mülevvahların deve ve davar gibi yaylım hayvanları, yaylımdan döndüler.Benî Mülevvahlar, sütlü davarları sağdılar, develeri suvarıp su başına ıhdırdılar.Onları bir müddet kendi hallerine bıraktık.Sükûnete erince, uykuya daldılar. Seher vakti girmişti. Süvarilerimizi dağıtıp hertaraftan onlara birden baskın yaptık. Benî Mülevvahlardan, çarpışanları öldürdük. Develeri,  davarları iğtinam ederek sürdük, acele, geri döndük.Medine´ye doğru inip gidiyorduk. BenîMülevvahların ´İmdad!´ diye bağıncısı onlara doğru koşarak gitti.Benî Mülevvahlardan büyük bir topluluk, bize doğru gelmeye başladı.

Benî Mülevvahlar bize yetiştiler, çokyaklaştılar. Onlarla aramızda, ancak Kudeyd vadisi vardı. Bize doğru baktılar ve yöneldiler.Yüce ALLAH, Kudeyd vadisinde Müslümanların imdadına yetişti.  Vadiye, hiç görmediğimiz, bulut suz, yağmursuz birsel gönderdi. Vallahi, o gün, selden önce ne bir bulut, ne de yağmur gördük!Vadinin iki yanı, sel suyu ile doldu! Sel onlarla bizim aramıza gerildi, engel oldu. Hiçbirinin seli geçip yanımıza gelmeye gücü yetmedi. BenîMülevvahların sadece durup bize bakıştıklarını gördüm.O sırada, biz Kudeyd vadisinin üzerindeki Müşellel tepesine sığınmıştık. Benî Mülevvahlardan hiçbiri seli geçip bizi takip etmeye imkân bulamadı. Onları geride bırakıp Medine´ye geldik." (vakidi,megazi)


NECD YÖNÜNE GÖNDERİLEN SERİYYE 
Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Necd yönüne bir seriyye gönderdi. Ben de bu seriyyenin içinde idim. (Bu askerî birlik pek çok deve ganîmeti elde ettiler.) Her birimizin payları oniki deveye ulaştı. Bize bu hissemize ilâve olarak birer deve daha (Peygamber'e âid olan beşte birden) ihsan edilmişti. Bu suretle bizler her birimiz onüçer deve ile döndük.Buhari,Megazi:59


İKİNCİ BENİ MÜRRE SEFERİ :  
KELİME-İ ŞEHADET GETİREN KİŞİNİN ÖLDÜRÜLMESİ YANLIŞLIĞI

Hendek Muharebesi’nde, Müslümanları muhasara altına alan Ebû Süfyan b. Harb kumandasındaki on bin kişilik ordunun dört yüz­ü­nü Benî Mürreler teşkil etmişlerdi;ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimizin Hicret’in 7. yılında kendilerini cezalandırmak için gön­derdiği Beşir b. Sa’d kumandası altındaki otuz kişilik mücahit birliğinin 28’ini de şehit etmişlerdi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu İslam düşmanı kabileye de gereken dersi ver­mek istiyordu. Bunun için Gâlib b. Abdullah’ı iki yüz kişinin başında Benî Mürrelere gönderdi.
Mücahitler, komutanlarının emriyle sabahleyin erkenden tekbirler getirerek Benî Mürrelerin üzerine baskın yaptılar. Birçoğunu öldürdüler, kadın ve ço­cuk­larını da esir aldılar; birçok deve sığır ve davarı ise ganimet olarak ele ge­çirdiler.(İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 66.)Her mücahide onar deve düştü.


Hz. Üsame b. Zeyd, bu sırada Mirdas b. Nehik adında birinin peşine düşmüş ve onu müşrik sanarak öldürmüştü. Bunu, Kumandan Gâlib b. Abdullah’a anlattı.

“Ben, birinin peşine düştüm. Kılıcımı kaldırıp vuracağım zaman, adam ‘Lâ ilâhe illallah’ dedi.”
Gâlib b. Abdullah, “Peki, bunun üzerine kılıcını kınına sok­tun mu?” diye sor­­­du.
Hz. Üsame, “Hayır...” dedi. “Vallahi, boyun damarını kesmedikçe vaz­geç­me­­­dim!”
Mücahitler hep birden, “Vallahi” dediler. “Sen, emredilmeyen kötü bir iş yaptın; ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen bir ada­mı öldürdün!”

Hz. Üsame, yaptığına son derece üzüldü.Gâlib b. Abdullah bundan sonra emrindeki mücahit­ler­le Me­di­ne’­ye döndü.Medine’ye gelince, Hz. Üsame, hadiseyi Peygamber Efen­dimize anlattı.Resûl-i Kibriya, hiddetle, “Ey Üsame! Demek, sen, ‘Lâ ilâhe illallah’ demiş olan bir adamı öldürdün, ha!” diye bu­yurdu.

Hz. Üsame, mâzeret beyan etti: “Yâ Re­sû­lal­lah! O, ancak silahtan korktuğu için ‘Lâ ilâhe illallah’ demiştir!”

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu mâzeret beyan edişe daha da hiddetlendi; “Bâ­ri, adamın kalbini de yarsaydın, bu sözü gerçekten mi yoksa yalandan mı söy­lediğini öğrenseydin ya!” buyurdu.
(Bu söz eleştirmek için söylenmiştir)

Hz. Re­sû­lul­lah’ın çok sevdiği ve çoğu zaman terkisinde taşıdığı Hz. Üsame der ki:
“Re­sû­lul­lah (a.s.m.), bu sözü bana o kadar tekrarlayıp durdu ki ‘Keşke, o gün yeni Müslüman olmuş ve adamı da ben öldürmemiş olsaydım!’ diye içim­den temenni ettim.”

 Hz. Üsame, bu adamın ke­lime-i tevhidi getirmesine ehemmiyet ver­meyip öldürürken, “Kâfirlerin, Bizim azabımızı gördükleri zamandaki imanları kendilerine fayda vermeyecektir”meâlindeki ayetin zâhiriyle istidlâl etmiştir. Bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz, sadece onu azarlamakla yetinip, diyetle emretmedi.

Ayet:
"Ey İnananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: 'Sen mümin değilsin' demeyin. Allah katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu, iyice araştırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.” [Nisâ, 94. ] meâlindeki ayet-i kerime de bu hadise üzerine nâzil olmuştu.[ ez-Zebidî, Tecrid-i Sarih, Terc.: Kâmil Miras, c. 10, s. 293. ]



Not 1: Üsâme´nin müşrik sanarak öldürdüğü kimse, Cüheynelerin Hurka kolundan Mirdas b. Nehik idi.
Kendisi, Benî Mürrelerin müttefiki idi.
Fedek halkından, bundan başkası Müslüman olmamıştı.
Galib b. Abdullah İslâm mücahidleriyle oraya gelince, Fedekliler hep kaçışmışlar, Mirdas b. Nehik ise, Müslümanlığına güvenerek kaçmamıştı. 


Not 2 :    Bu olaydaki kişiler hakkında farklı rivayetler de vardır[ Öldürülen o insanın adı Fedekli Nahik oğlu Mirdas idi. Kimileri de onun adı Azbat oğlu Amr'dır demektedir. Katil ise Zeyd bin Harise'nin oğlu Üsame idi. Katilde de ihtilaf vardır. Me­sela, Cüsame oğlu Muhallem, ya da Esvedoğlu Mikdad'dır diyenler de vardır. ]



Not 3: Yukarıdaki ayet ile ilgili şöyle farklı bir olay daha analtılmaktadır:
İbn Abbas şöyle dedi: Ben-i Suleym’den bir adam, kendisine ait küçük bir davar sürüsünün başında bulunuyordu. Müslümanlar onu yakaladılar. Adam onlara: “es-Selama aleykum” diye selam verdi. Müslümanlar da onu yakalayıp öldürdüler, sürüsünü aldılar.



ZÂTUL-KARED GAZVESİ:
Bu, Hayber'den üç gün önce, orada Peygamber'in sağmal develerine baskın ve yağmacılık etmeleri üzerine yapılan gazvedir. Buhari,Megazi:39

Not: Gatafan kabilesi adamları 30 deve çalınmış ,bu develer kurtarılmış,baskın sırasında Ebû Zerr'in oğlu ve karısı da taarruza uğramış, Ebû Zerr'in oğlu öldürülmüş, kadın esîr edilmiş­tir.



HAYBER'İN FETHİ:

Mûsâ ibn Ukbe'nin beyânına göre, Rasülullah, Hudeybiye'den geldikten sonra Medine'de yirmi gün veya buna yakın bir süre oturmuş, sonra Hayber seferine çıkmıştır.


Hayberde öldürülen esirler:
Hayber Savaşı'nda alınan esirlerden sadece Kinane İbn Ebi el-Hukayk öldürüldü. Çünkü bu adam anlaşmayı bozmuş, verilen sözü tutmamıştı.


SAFİYYE İLE EVLENME


Enesibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hayber'e geldi. Nihayet Allah O'na (Kamus denilen) kal'ayi açtığı zaman kendisine Huyey ibn Ahtâb'ın kızı Safiyye'nin güzelliği zikr olundu. Safiyye yeni evlenmiş bir gelin iken, Safiyye'nin kocası öldürülmüş idi. Rasûlullah ganimetten payı olarak Safiyye'yi kendisi için seçip aldı ve Safiyye ile yola çıktı. Nihayet bizler Medine yakınında Seddu'r-Ravhâ denilen yere ulaştık. Safiyye işte orada hayzından temizlenip halâl oldu ve Peygamber, Safiyye ile evlendi. Sonra Peygamber ta­baklanmış ve yere yayılan küçük bir deri üzerinde hurma, yağ ve keş karışığı "hays" denilen bir yemek yapıp hazırlattı. Sonra Rasülullah (nikâhı şöhretlendirmek için) ben Enes'e: "Etrafındaki insanlara bil­dirip i'lân et" buyurdu. İşte bu hurma, yağ ve yoğurt kurusu karışı­ğı, Rasûlullah'ın Safiyye üzerine yaptığı düğün aşı oldu. Sonra Medine'ye doğru yola çıktık.Buhari Alışveriş:111



FEDEK YAHUDİLERİ'NİN TESLİM OLMASI

Bugünkü adı Hâit olan Fedek, Medine’ye yaklaşık 150 km. (iki konak mesafe)uzaklıkta olup, Medine ile Hayber arasında bir Yahudi köyüdür.

Fedek Yahudileri, birkaç kere diğer Yahudilerle birleşerek Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar, ancak buna muvaffak olamamışlardı. Hz. Peygamber (asm) Hayber’in fethinden sonra ensardan Muhayyesa b. Mesud’uFedek halkına İslam’a davet için gönderdi.

Fedek Yahudileri, Resûlullah'ın elçisi Muhayyısa'nın sulh teklifini önce kabul etmediler. Sonra Peygamber Efendimizin üzerlerine yürüyüp, Hayber Yahudilerinin uğradıkları akıbete uğrayacaklarından korkup bu görüşlerinden vazgeçtiler ve sulh teklif ettiler. Peygamber Efendimiz onların bu teklifini kabul etti. (Ibn-i Hişam, ., c. 3, s. 368.)

Yapılan anlaşmaya göre, kanları bağışlandı. Arazilerinin yarısı kendilerine bırakıldı, diğer yarısı ise Peygamber Efendimize mahsus kılındı. Diğer Müslümanlar arasında bölüştürülmedi.

Hz. Peygamber (asm) Fedek gelirlerini Haşr:6 ayeti doğrultusunda misafir ve yolcular için tahsis etmişti. Hz. Ömer (r.a.) hilafeti zamanında, Ebu’l Heysem Malik b. Et-Teyyihan ile ensardan Sehl b. Ebi Hayseme ve Zeyd b. Sabit’i Fedek’e gönderdi. Bunlar Yahudilerin elinde kalan toprakların değerini tespit ettiler, topraklarının maddi değeri kendileri ödendi.

FEDEK ARAZİSİNİN MİRASA KONU OLMAMASI VE TARTIŞMALAR

Hz. Peygamber’in (asm) vefatından sonra hanımları, Hayber ve Fedek’teki Resulullah’ın (asm) hisselerinden miraslarını istemek için Hz. Osman’ı (r.a.), Hz. Ebubekir’e (r.a.) gönderdiler. Bunun üzerine kendisi de Hz. Peygamberin (asm) eşlerinden birisi olmasına rağmen Hz. Aişe (r.a.),

“Allah’tan korkmuyor musunuz? Sizler, Resulullah’ın (asm) şu hadisini işitmediniz mi? 'Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim bıraktıklarımız sadakadır. Bu mallar, Muhammed’in ailesinin ani ihtiyaçları ve misafirler için sarfedilir. Ben öldükten sonra bu mallar, benden sonra iş başına geçen kimsenin tasarrufundadır.' ” (Buhari, Feraiz, 3, İ’tisam, 5)

Hz. Peygamberin hanımları, bu sözler üzerine isteklerinden vazgeçtiler.

Resulullah’ın (asm) kızı Hz. Fatıma (r.a.), Ebubekir es-Sıddık (ra)’ın yanına gelerek ona,

“Sen öldüğünde sana kim varis olur?” diye sordu. Hz. Ebubekir (r.a.)

"Evladım ve ailem.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Fatıma (r.a.)

“O halde sana ne oluyor da, Resulullah’a (asm) bizden başkasını varis yapıyorsun?" Buna karşılık Hz. Ebubekir (r.a.)

“Ey Resulullah’ın kızı! Allah’a yemin ederim ki ben, babandan ne altın ne gümüş ne şu ne bu miras aldım.” dedi. Fatıma (r.a.) ise:

“Hayber’deki hisselerimiz Fedek’teki sadakalarımıza ne oldu?” deyince Hz. Ebubekir,

“Ey Resulun kızı! Ben Resulullah’ın (a.s.) 'Bunlar, Allah’ın hayattayken bana yedirdiği bir lokmadır; ben öldükten sonra bunlar, Müslümanların ortak malıdır.' dediğini işittim.” (Buhârî, Meğâzî, 14; Müslim, Cihad, 49; Ebû Davud, İmâre, 1) diye cevap vermişti.

Hz. Ebubekir’den (r.a) sonra, Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.) ve Hz. Ali’de (r.a.) halife olduklarında Fedek’in gelirlerini Resulullah’ın (asm) sarfettiği yere harcamışlardır.

Hz. Ömer (ra), Fedek arazisini Ehl-i Beyt'e tahsis etmemiş, ancak idare ve intifa hakkını kendilerine vermiştir. Bu uygulama, devlet başkanının takdir yetkisi dahilinde olan bir durum olduğundan ötürü, burada Hz. Ebu Bekir (ra)'e bir muhalefetten söz edilemez.

NOT: Fedek arazisi kendi mülkleri bulunmayan Muhacirlerle, ihtiyaç içindeki Medineli üç Sahabeye taksim edilmiştir (er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XXIX, 284-285).







Bknz:
http://islamifotovideo.blogspot.com.tr/p/hayber.html

VADİ'L-KURA'NIN ALINMASI
Daha sonra Peygamber Efendimiz, ordusuyla Hayber'den ayrılıp Vadi'l-Kura'ya müteveccihen hareket etti. Burası, Hayber ve Teyma arasındaki köylerin bulunduğu bir yerdi. İslâm'dan evvel, Yahudiler buraya yerleşerek imar etmişlerdi.

Vadi'1-Kura Yahudileri de, Benî Kurayza Yahudilerinin Hendek Savaşında yaptıkları hainlikten dolayı cezalandırıldıktan sonra, civar Yahudileri de yanlarına alarak Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar, ancak bu fırsatı elde edememişlerdi.

Resûl-i Ekrem, buradaki Yahudileri önce İslâm'a davet etti; Müslüman oldukları takdirde kanlarının bağışlanacağını, mallarının da kendilerine bırakılacağını, kalblerinde gizlediklerinin hesabının ise Allah'a âit bir iş olduğunu bildirdi. (İbn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 413.) Vadi'l-Kura ahalisi bu teklifi kabul etmeyip çarpışmaya hazırlandı.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, onları muhasara altına aldı. Muhasaranın ilk günü cereyan eden çarpışmada Yahudilerden 10 kadar adam öldürüldü. (İbn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 413.)

Resûl-i Ekrem, ikinci kere onları İslâm'a davet etti. Yine kabule yanaşmadılar ve mücâhidlere karşı koydular. Fakat mü-câhidlerin hücumuna karşı fazla dayanamadılar; henüz güneş bir mızrak boyu yükselmişti ki teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. (İbn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 413.)

Burada, bol miktarda ganîmet elde edildi. Resûl-i Ekrem onları usûlüne göre beş kısma ayırdı; dört payını mücâhidler arasında bölüştürdü, bir payını da Beytû'l-Mâl'e ayırdı. Arazisi ise, Hayber'de olduğu gibi, orada bulunan ahaliye, mahsulâtının yarı yarıya bölüştürülmesi şartıyla bırakıldı. (İbn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 413.)



TEYMA YAHUDİLERİNİN TESLİMİ VE CİZYE VERMEYİ KABUL ETMELERİ

Medine ile Şam yolu üzerinde Hayber ve Tebük arasında bulunan Teyma mevkiinde de Yahudiler oturuyorlardı. Peygamber Efendimizin Hayber ve Vadi'l-Kura'da yaptıklarını duymuşlardı. Bu sebeple, İslâm Ordusu buraya gelir gelmez, cizye vermeyi kabul ettiler. Dolayısıyla, yurtlarından ayrılmamış, topraklan da ellerinden gitmemiş oldu. (İbn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 413; Halebî, İnsanûl-Uyûn, c. 2, s. 775.))






MEKKENİN FETHİ:



"Rasûlullah bayrağının el-Hacûn mev­kiinde dikilmesini emretti. Hacûn, Ebû Kubeys Dağı'nın yamacın-dadır. Buraya Muhassab, Ebjâh isimleri de verilir.

Peygamber Mekke'ye girecekleri cihetleri ta'yîn etmiş ve "Bir hücuma uğramadıkça sakın harbetmeyiniz!" diye tenbîhlemiş ve bundan yalnız dokuz kişiyi istisna etmişti. Bunlar Ka'be'nin örtüsü altına sığınmış olsalar bile öldürülmelerini emretti.
Bütün fırkalar arızasız Mekke'ye girdikleri hâlde, yalnız Hâlid'in fırkası hücuma uğ­radı, îbn İshâk'm rivayetine göre, Kureyş'ten Süheyl ibn Amr, Safvân ibn Umeyye, İkrime ibn Ebî Cehl taraflarından hazırlanan bir şerir çetesi bunların emri altında Hâlid ibnu'l-Velîd'in süvârî kuvveti üzerine ok atmaya başlamışlar ve hadîste isimleri bildirilen İki mücâhidi ( Hubeyş ibnu'l-Eş'ar ile Kurz ibnu Câ-bir el-Fıhrf dir : Buhari,Megazi:50 ) şehîd etmişlerdir. Bunun Üzerine Hâlid müdâfaa harbine başlayıp, bir hamlede bunlardan onüçünü öldürmüş, geri ka­lanı da kaçıp dağılmışlardır.


Öldürülmeleri Emredilen Mekkeliler:
Fetih tamamlanınca Rasûlullah (s.a.v.), dokuz kişi dışında bütün insanlara emân verdiğini
açıkladı. Bu dokuz kişinin ise, Kâbeʹnin örtüsü altında bulunsalar bile öldürülmelerini emretti.
Onlar şunlardı: 
Abdullah b. Saʹd b. Ebî Serh,:
Osman'ın halasıoğlu ve süt kardeşidir. Hz. Osmanʹın yanında saklandı. Rasûlullah (s.a.v.) halkı, kendisine biat etmeye çağırınca, Hz. Osman (r.a.) onu da getirip Rasûlullah (s.a.v.)ʹın yanında durdurdu ve:
ʺEy Allahʹın Rasûlü! Abdullahʹtan biat al!ʺ dedi. Rasûlullah (s.a.v.) (hiç ses çıkarmadan) üç sefer
başını kaldırıp ona baktı. Her seferinde beyʹatʹtan imtina ediyordu. Üç seferden sonra, onunla da
biat etti. Sonra ashabına yönelip: ʺİçimizde, elimi beyʹat için vermekten imtina ettiğimi görünce
kalkıp öldürecek aklı başında bir adam yok muydu?ʺ buyurdular. Ashab: ʺİçinizden geçeni nasıl
bilelim. Keşke bize gözünüzle bir imâda bulunsaydınız!ʺ dediler. Bunun üzerine: ʺBir peygambere
hain gözlü olmak yaraşmaz!ʺ buyurdular.ʺ (Ebû Dâvud der ki: ʺAbdullah, Hz.Osmânʹın süt
kardeşiydi.ʺ) (Ebû Dâvud, Cihâd 127, 2683) AFFEDİLDİ
Not: Bazı kaynaklardaFetih günün'den önce Müslüman oldu. Medine'ye hicret etti. Okur yazar olması sebebiyle Resulullâh'a vahiy kâtipliği yapan gurubun içinde yer aldı. Ancak, bir zaman sonra yazdığı âyetlerde gizlice bazı değişiklikler yapmaya başladı. Kelimeleri değiştiriyordu. Yaptığı hainliğin farkına varıldı.O Mekke'ye kaçmak zorunda kaldı. Müşrikliğe geri döndüğü fetihten sonra affedildiği yazmaktadır. Osman halife olunca, Mısır'ın, haraç ve vergi toplama işi için Abdullah'ı görevlendirdi.

İkrime b. Ebî Cehil,  :Ebû Cehlin oğludur. Önce İslâm’a büyük düşman iken Mekke’nin fethinden sonra müslüman oldu. Mekke’nin feth edildiği gün öldürülmesi emir buyurulan altı kişiden biriydi.İkrime b. Ebî Cehilʹin kaçışından sonra karısı gelip onun adına emân istedi. Hz. Peygamber(s.a.v.) ona da emân verdi. Yemene kaçan ikrime dönüp geldi.O zaman Müslüman oldu. AFFEDİLDİ

Abdüluzzâ b. Hatal, : Mekke fethi günü Müslüman hizmetçisi­ni öldüren müşrik Abdüluzza b. Hatal ölüm cezasından kurtulmak için Ka­be'nin örtüsüne sığınmıştı.ÖLDÜRÜLDÜ
Not: Bazıları Hatalın da ,Ebu Serh gibi vahiy katibi olduğunu ,dinden dönüp kaçtığını fakat torpili olmadığı için öldürüldüğünü yazıyor.Vahiy katibi olduğu bilgisi ve öldürülüş nedeni çarpıtılıyor ve aşağıdaki olay delil olarak sunuluyor. . Dikkat! Aşağıda bahsedilen olaydaki kişinin Hatal olduğuna dair işaret yoktur. Enes b. Mâlik: (Neccar oğullarından) Hiristiyan bir kişi vardı. Sonra müslüman olmuştu. Bakare ve Âl-i İmrân (Sûrelerini) okumuştu. Nebî salla’llahu aleyhi ve sellem’e de vahiy kâtipliği yapmıştı. Bu adam sonra geri, Hiristiyanlığa döndü. (Ve kaçarak Hiristiyan câmiasına ihtihâk etti. Hiristiyanlar onu yüksek makamlara çıkardılar) Bu mürted: Muhammed bir şey bilmez. Yalnız benim kendisine yazdığım şeyleri bilir, demeğe başladı. Ve (aradan çok bir zaman geçmeden) Allah onu (kavmi içinde boynunu vurdurup) öldürdü. Hiristiyanlar defnettiler. Fakat sabah olunca gömüldüğü yer onu dışına atmıştı. Bunun üzerine Hiristiyanlar: bu Muhammed ile Ashâb’ın işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu (meydanda) bıraktılar, diye iftirâ ettiler. Ve derin bir çukur kazarak onun içine bıraktılar. Fakat sabah olunca gömüldüğü yerin onu (yine) dışına attığı görüldü. Hiristiyanlar yine: Bu, Muhammed ve Ashâb’ının işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu kabrin dışında bıraktılar, dediler. Ve bir yerde yine bir çukur kazdılar, güçleri yettiği derecede derinleştirdiler. Fakat sabah olunca o yerin onu dışına attığı görüldü. Bunun üzerine Hiristiyanlar bu işin kullar tarafından yapılmadığını anladılar. Ve onu açıkta bıraktılar. (Sahih-i Buhari Hadis No.: 1477)
Haris b.Nüfeyl b. Vehb, :ÖLDÜRÜLDÜ 
Makîs b. Subâbe, :Makîs, müslüman olmuş,sonra dinden çıkıp (kardeşini yanlışlıkla öldüren sahabî Evs b. Sâbitʹi) öldürüp diyet olarak verilen 100 deveyi de alıp Mekke'ye müşriklere katılmıştı.ÖLDÜRÜLDÜ

Hebbâr b. Esved, Rasûlullahʹın (s.a.v.) kızı Zeynebʹin Medineʹye hicreti sırasında karşısına çıkmış, mızrakla vurup onu bir kaya üzerine düşürmüş ve karnındaki çocuğu düşürmesine sebep olmuş ve
kaçmıştı.AFFEDİLDİ

Huveyris b. Nukayz :Allah'ın Elçisi'nin kızı Fatıma ile Ümmü Külsüm, Mekke'den Medine'ye hicret ederlerken Huveyris yollarını kesti. Hayvanları ürküttü. Yere yuvarlandılar. Çok sıkıntı çektiler..Ali tarafından ÖLDÜRÜLDÜ.

İbn‐i Hatalʹın şarkıcı iki kadın kölesi ‐bunlar Rasûlullah (s.a.v.) hakkında hicivler içeren şarkılar okurlardı‐, BİRİ ÖLDÜRÜLDÜ[Erneb: Öldürüldü. Fertena: Kaçtı. Sonraları Müslüman oldu. Affedildi.]

Abdülmuttaliboğullarından birinin azatlısı olan Sâre.AFFEDİLDİ
Not:Bazı kaynaklarda Sare'nin hah bahçesinde saçında mektup bulunan kadın olduğu,mekkeye gidince hicivlerine devam ettiği bu nedenle öldürüldüğü yazmakta.

 Saʹd İbnu Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor: ʺRasûlullah (s.a.v.), fetih günü dört erkek iki kadın dışında, herkese (hayatını bağışladı ve) emân tanıdı. 



Mekke fethinde dağıtılan ganimete itiraz:

Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Mekke'nin fethi günü Rasûlullah, yeni müslümân olan Kureyş büyüklerinden herbirine (gönüllerini müslümânlığa alıştırmak için Huneyn ve Hevâzin ganimet mallarından yüzer deve gibi, En-sâr'ın nail olmadığı) bol pay vermişti. Ensâr'dan bâzı kimseler bunu görünce, sebebini, ve hikmetini anlamayarak:
— Vallahi şu işe muhakkak hayret edilir: Kılıçlarımız henüz Ku­reyş kanı damlatırken, kazandığımız ganimetlerimiz Kureyş eşrafına geri döndürülüyor, dediler.
Onların bu sözleri Peygamber'e ulaşınca, Ensâr'ı da'vet etti. Enes dedi ki: Peygamber onlara:
— "Sizden bana erişen sözler nedir?" diye bunun mâhiyetini sor­du.
Ensâr da yalan söylemez olduklarından:
— Sana erişen bu sözleri biz söyledik, dediler. Peygamber (S) de:
— "Diğer insanlar aldıkları ganimet mallarıyla evlerine dönüp giderlerken, sizler de Allah'ın Rasûlü ile evlerinize dönüp gitmeniz­den razı olmaz mısınız? Eğer Ensâr bir dere veya dağ yoluna girse­ler, muhakkak ben Ensar'ın dere yoluna yâhud dağ yoluna girerdim" buyurdu:Buhari,ensarın menkıbeleri:giriş

 
MEKKE FETHİNDEN SONRA MÜŞRİKLERİN DURUMU:

Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr (R) nahr gü­nünde Minâ'da i'lân yapacak olan kimseler içinde: "Artık bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc, hiçbir çıplak da Beyt'i tavaf etmesin!" di­ye ilâna beni de gönderdi. İşte Ebû Bekr bu yıl içinde insanlara ahidlerini atti da artık Peygamber'in yapmış olduğu Veda Haccı yılında hiçbir müşrik hacc yapmadı.Buhari,cizye:16 
No
t:Ebû Bekr'in hacc emirliği ile dokuzuncu hicret yılında edâ edilen haccdır ki, Veda Haccı'ndan bir sene evvel idi. O sırada Berâe Sûresi indi. Bu sûre Allah ve Rasûlü'nün müşriklerden beri olduklarım haber vermekle başlayıp, müş­riklerden emânın kaldırılması, ahdin atılması, yânî müşrikler ile olan ahidlerin feshedileceğini haber veriyordu. Bu yıl Alî de bu sûrenin hükümlerini tebliğ et­mesi İçin hacca gönderilmişti...




HUNEYN GAZASI:
Mekke'nin fethinden onaltı gün sonradır.


Ayet: 
And otsun ki, Allah birçok savaş yerlerinde ve Huneyn gününde size yardım etmiştir. (O Huneyn ki) çokluğunuz o zaman size ucub vermişti de bu, size (gelecek kozadan) bir şeyi gidermeye yaramamıştı. Yeryüzü o genişliğine rağmen, başınıza dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisin geri dönüp gitmiştiniz. Sonra Allah, Rasûlü ile müzminlerin üzerine sekînetini indirdi, görmediğiniz orduları indirdi ve kâfirleri azâblandırdu Bu o kâfirlerin cezası idi. Sonra, Allah bunun ardından kimi dilerse onun tevbesini kabul eder. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (et-Teybe: 25-27)



Rasûlullah, Mekke'nin fethini tamamlayıp şehrin işlerini düzenlediği sıra­da Hevâzin kabîlesinin müslümânlara karşı harbe hazırlandıkları ve şâirleri Mâ­lik ibn Avf m emrinde toplandıkları haber alındı. Hevâzin kadar kuvvetli olan Benû Sakîf da bunlara katılmıştı. Bunlar diğer kabileleri de yanlarına almışlar ve bütün hayvanları ve kadınlarını da beraberlerinde toplayıp getirmişlerdi. Pey­gamber on, onikibin kişilik bir ordu İle bunlara karşı yürüdü. İki ordu Huneyn vadisinde karşılaştı. Hevâzin okçuları daha önce buraya gelip yerleşmiş, pusu kurmuştu. İslâm ordusunun öncüleri Hâlid ibn Velîd'in emrinde pervasızca gi­diyordu. Düşman ansızın bunları ok yağmuruna tuttu ve kılıçlanyle hücum et­ti. Bu ânî hücumla çokluğuna güvenen İslâm ordusu bozuldu. Öncülerin bozulması geri hatlara da geçip bir panik hâlini aldı. Sonra, gelecek hadîslerde görüleceği üzere, Peygamber'in sebatlı ve cesur müdâheleleriyle ordu kendini toplayıp, karşı hücuma geçti ve Allah'ın âyetlerde haber verdiği yardım ve sekînet sayesinde zafer mü'minlere geçti.


Islâm ordusunun bes sehid, düsman ordusunun ise yetmis kayip verdigi anlasildi.


Mücahidlerin bu çarpışmalarda elde ettikleri ganimet ve esir sayısı oldukça fazlaydı. Esir alınan kadın ve çocuk sayısı altı bini buluyordu.

Alınan ganimet malları ise, "Yirmi dört bin deve, kırk bin davar ve dört bin ukiyye gümüş idi.

Resûl-i Ekrem, Havazinlilerin gelip Müslüman olabilecekleri ihtimalini gözönünde bulundurarak, esirlerin taksimine hemen başlamadı. Bu arada, Sahabînin birini Mekke'ye göndererek, esirler için elbiseler getirtip hepsini giydirdi.
On geceden fazla beklediği halde, Havazinlilerin gelmediğini görünce, Müslümanlar arasında bölüştürüldü.

Esirlerin mücahidler arasında taksim edilmesi işi henüz yeni bitmişti ki, Havazinlilerden bir heyet çıkageldi ve Peygamberimiz (s.a.v.)e, Müslüman olduklarını, yurtlarındaki halkın da İslâmiyeti kabul ettiklerini haber verdi.

Havazinliler, Resûl-i Ekrem Efendimizin süt annesi Halime'nin mensup olduğu kabile idi. Yani Allah Resûlüne dadılıkta bulunmuş bir kabile idi. Bunu ileri sürerek kendilerine lütufkâr davranılmasını, mal ve esirlerin geri verilmesini istediler.

Resûl-i Ekrem onlara, "Ben, tevbe edip gelirsiniz diye, ganimet ve esirleri bölüştürmeyi uzun bir müddet tehir ettim. Fakat siz artık çok geç kalmış sayılırsınız. Esirleri, mücahidler arasında taksim etmiş bulunuyorum. Onları size tekrar iâde etmem oldukça zor bir iştir" dedi.
Bu konuşmasından sonra da onları iki şey arasında serbest bıraktı:

"İsterlerse mallarını, isterlerse kadın ve çocuklarını tercih edeceklerdi.

Havazinliler, kadın ve çocuklarını tercih ettiler.

Böylece, Resûl-i Kibriyânın mübârek dillerinden dökülen bir iki cümle ile, bir anda altı bin civarındaki esir kadın ve çocuk serbest bırakıldı.




ZUL HALASA PUTU VE MABEDİN  YIKILMASI

Zu’l-Halâsa isimli put Has’am, Becile gibi bazı kabilelerin ve bunlara bağlı boyların putu idi. Bu put Mekke ile Yemen arasındaki Subâle’de bulunuyordu. Subâle Mekke’ye yedi günlük mesafede bir yerdir.

Cerîr ibn Abdillah (R) bana şöyle dedi: Rasûlullah (S) bana:
— "Şu Zu'l-Halasa'dan beni rahatlandırmaz mısın?"buyurdu. O, Yemenliler'in Ka'be'si diye isimlendirilen bir ev idi ki, orada Has'am kabilesi vardı. Ben, Rasûlullah'ın bu emri üzerine Ahmes ka­bilesinden yüzelli süvarinin başında Zu'1-Halasa'ya gittim. ...
(Râvî dedi ki:) Akabinde Cerîr, Zu'1-Halasa'ya gitti. O şirk mabedini kırıp yıktı ve yaktı. Sonra Peygamber'e sevinçli haberi ulaş­tırması için bir müjdeci yolladı. Cerîr'in yolladığı bu elçi:
— Yâ Rasûlallah! Seni hakk ile peygamber gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Sen'in huzuruna muhakkak o şirk mabedini uyuz deve gibi harâb bir hâlde bıraktıktan sonra gelmişimdir, dedi.
Bu sevinçli haber üzerine Peygamber, beş kerre şöyle duâ etti:
 — "Ahmes kabilesinin atları ve süvarileri mübarek olsun!"Buhari:cihad:191,Ensarın menkıbeleri:20,
buhari,Megazi:64

Not: Mekke'deki Ka'be'yi putlardan temizlendikten sonra olmuştur.Ceririn kendisi de oralıdır.Peygamberi ziyarete gelmiştir ve yanına takviye elemanlar verilip oraya gönderilmiştir.Hakim'in rivayetine göre islama davet edilip üç gün beklenilmiş sonra yıkım gerçekleşmiştir.




PEYGAMBERİMİZE GÖNDERİLEN CARİYELER

Bir insan sahip olduğu cariyesini azat edip hürriyetine kavuşturabildiği gibi, onu bir başkasına hediye olarak da verebilirdi. İşte Mısır hükümdarı Mukavkıs'ın Peygamber Efendimize (asm) gönderdiği iki cariye de bu kabildendir. Zaten bu iki cariye Mısır'dan gelirken yolda Müslüman olmuşlardı. Bilindiği gibi Peygamberimiz (asm) bu cariyelerden Mâriye'yi kendi nikâhı altına almıştı. Daha sonra Hz. Mâriye'den Hz. İbrahim dünyaya gelmişti. Hz. İbrahim'in doğumundan sonra Peygamberimiz (asm) Hz. Mâriye'yi hürriyetine kavuşturdu. Böylece Mâriye, diğer Peygamber hanımlarının gıpta edeceği bir mevkie yükselmişti. Şîrin isimli diğer cariyeyi de Peygamberimiz (asm), şâiri Hassan bin Sabit'e verdi.

Bu hadiseyi misal getirerek, bugün gayri müslim ülkelerden "cariye" olarak nikâhsız bir şekilde kadın alınamaz. Çünkü artık tarihî bir hadise olan cariyelik müessesesi günümüzde hiçbir şekilde tatbik edilmemektedir. Diğer taraftan Peygamberimiz (asm)'e hediye edilen "cariye", Mukavkıs'ın yanında da cariye idi. Yoksa Mukavkıs kendi milletinden bir kadını Peygamberimiz (asm)'e "hediye" olarak göndermiş değildi.



TEBÜK SEFERİ (ZORLUK SEFERİ)

Kur’an-ı Kerim’de Tebük seferi zamanına güçlük zamanı anlamına gelen “Sâatü’l usre” denilmiştir. Tebük seferine yine Kur’an dilinden gelen ve zorluk gazası manasına gelen “Ceyşü’l-usre”, Tebük seferine katılacak orduya da güçlük ordusu anlamında “Ceyşü’l usre” adı verilmiştir.

Bizans İmparatoru Heraklius'un büyük bir ordu ile(40 000) Arabistan'a geldiği haberi üzerine Hz. Muhammed Tebük' e doğru 30 000 kişi ile sefere çıktı. Ancak haberin doğru olmadığı anlaşıldı. Tebük Seferi Hz. Muhammed'in son seferi olmuştur.

Peygamber (S) -Tebûk gazvesine giderken- Semûd kavminin yurdu olan el-Hıcr'e uğradı da: "Kâfirlikle kendilerine zulmetmiş (ve Allah'ın gazabına uğramış) bulunan kimselerin meskenlerine girmeyiniz. Çünkü onla­ra isabet eden azabın size de isabet etmesinden korkulur. Onların yurt­larına ancak ağlayıcılar olarak girebilirsiniz" buyurdu.
Bundan sonra Peygamber başını örttü de o vâdîyi geçinceye ka­dar yürüyüşü çabuklaştırdı. Buhari,Megazi:82